22 Kasım 2017 Çarşamba

Haksız Yere Öldürmek, İntihar Etmek

Yeryüzünde işlenen günahların en büyüğü şirktir, Allah'a ortak koşmaktır. Şirk'ten sonra ikinci dereceyi alan günah, masum bir insanın hayatına son verip, canına kıymak, onu öldürmektir.

Kendi ihdas ettiği haksız bahanelerle bir insanı öldürüp canına kıymak, Allah indinde o kadar büyük günah, o kadar dehşetli bir vebaldir ki, sanki öldürülen tek şahıs değil de, bütün bir insanlıktır...

Rabbimiz, haksız katile bu nazarla bakmakta ve şöyle buyurmaktadır: "- Kim bir insanı (suçsuz yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de suçsuz bir insanı ölümden kurtarırsa, sanki bütün insanları ölümden kurtarmış gibidir!.." (Maide, 32)

Demek ki, Rabbimiz, yarattığı insanlardan bir tekinin dahi haksız yere öldürülmesini istemiyor, bunu küçük bir günah, basit bir olay olarak
görmüyor. Hatta bir ayet-i kerimede de şöyle buyuruyor:
"Kim bir mü'mini kasdi olarak öldürürse, o kimsenin cezası Cehennem'de (ebedi) kalmaktır!.." (Nisa, 93)


Demek ki, bir insanı Allah'a ve ahirete imanından dolayı öldürmek de ayrı bir durum arzetmekte, bunun cezası da kafirlere mahsus ebedi ceza olmaktadır. "Bir mü'mini öldürmek, Allah indinde dünyayı tahrip etmekten daha büyüktür!" (Nesai, Tahrim 2, (7, 83))
Demek ki, mü'min Allah indinde dünyadan ve içindeki diğer varlıklardan da büyük ve kıymetlidir. Binaenaleyh, hangi cür'et sahibi böyle aziz ve büyük bir varlığın haksız olarak hayatına kasteder, kainata ibret ve temaşa ile bakışına mani olur, Allah'ın yaptığı binayı yıkabilir?

Bunu bir hadis mealiyle açıklığa kavuşturalım:
"Eğer bir mü'minin kanını dökmeye (sema) ve (yer) halkının hepsi de iştirak etse, Allah onların hepsini de o kanı dökülen tek masum mü'minin hakkını korumak için yüzüstü Cehennemine sürer!" (Tirmizi, Diyat 8, (1398))

Haksızların çokluğu, haklının tekliği durumu değiştirmez. Hal böyle iken, bir insan, kendisini hem savcı, hem hakim, hem de infaz memuru yerine koyup da bir mü'mini nasıl öldürebilir?

Şayet katil, öldürdüğü kimsenin mirasına konacak şekilde yakın biriyse, katilliğinden dolayı miras hakkını da kaybeder, öldürdüğü maktulün mirasına da konamaz. O hak, işlediği bu cinayet yüzünden elinden alınmış olur. Bu yüzden ana-baba katili evlad, miras alamaz; öldürdüğü ebeveyninin malına varis olamaz.

İslam, katili böyle korkunç günahkar gördüğü gibi, öldürmeye azmettireni de günaha ortak görür. Sebep olup hazırlayan, kuvvet verip teşvikte bulunan hakkında da Resul-i Ekrem Efendimiz'in ikazı şudur:
"- Bir adam, bir Müslümanın ölümüne bir tek kelimeyle yardım etse, kıyamette alnına şöyle yazılır:
- Bu adamın Allah'ın rahmetinden ümidi kesilmiştir!"

Onun içindir ki, Müslüman, haksız yere adam öldürmeyi cihad sayamaz. Hukuki şartları ortaya çıkmadan böyle dehşetli bir günaha yaklaşmaya cür'et edemez.
Ahmed Şahin

Haksız yere ve kasden insan öldürmek, büyük günahlardan olup cezası kısas ile öldürmedir.
İnsan öldürmek ;
a) Kasıtlı (taammüden)
b) Kasıtlıya benzer (şibh-i amd)
c) Yanlışlıkla (hata’) olmak üzere üç nevidir.

Kasıtlı Öldürme
Kasıtlı öldürme, taammüden bir insanı kasd ederek onu silah, demir parçası, bıçak, büyük sopa vb. öldürücü sayılan araçlarla yada zehirlerle veya boğarak vb. şekillerde öldürmektir.

Kasıtlıya Benzer Öldürme
Kasıtlıya benzer öldürme (şibh-i amd), bir insanı, adı geçen ve öldürücü sayılan araçlarla değil de hafif taş, yumruk, kamçı, küçük sopa vb. öldürücü sayılmayan araçlarla öldürmektir.

Yanlışlıkla Öldürme
Yanlışlıkla öldürme, öldürme kasdı ve amacı olmaksızın birinin ölümüne sebebiyet vermekle meydana gelen ölümdür.

Kasıtlı Öldürmenin Cezası
Kanının akıtılması gerekli olmayan (masûm) canlı bir insanın kasıtlı olarak öldürülmesi halinde, öldürenin de kısas ile öldürülmesi gerekir.
Kısas ile öldürülenin öldürme günahı kalkar.
Öldürülen kişinin (maktûlün) velîsinin kısastan vazgeçip te diyet isteme hakkı vardır.
Kısas Uygulanacak Kâtilde Aranan Şartlar
a) Kendisine kısas uygulanacak olan kâtilin, âkil ve bâliğ olması gerekir. Kâtilin kendi isteğiyle sarhoş olması onu kısas cezasından kurtarmaz.

b) Öldürmenin Kasdî ve Bilinçli Olması
Kasdî değil de kasıtlı öldürmeye benzer öldürmede yada hata ile gerçekleşen öldürmede kısas uygulanmaz.

c) Öldürme İsteğinin Şüphe Götürmez Kadar Açık Olması
Maktül’de Aranan Şartlar
a) Kanının Akıtılması Gerekli Olmaması
Maktulün, müslümanlara karşı savaş halinde olan (harbî) kafir, mürted, muhsan zânî, zındık vb. nitelik taşıması durumunda, kâtiline kısas uygulanmaz.

b) Kâtilin Oğlu-Kızı vs. Olmaması
Kâtilin baba, dede ve yukarısı yada anne, nine ve yukarısı olması durumunda, kendisine kısas uygulanmaz, diyet ödetilir.
Çocuğun, babasını vs. öldürmesi durumunda ise, kendisine kısas uygulanır.

c) Kâtil ile Arasında Tekâfü’ün Bulunması
Bir kafir katleden müslümana yada köle katleden hür kişiye kısas uygulanmaz, kendisine diyet ödetilir.
Kısas’ın Uygulanma Şekli
Kâtil, maktûlü hangi araçla ve ne şekilde öldürdüyse, kendisine de aynı araç ve şekilde kısas uygulanır. Ancak maktûlün velîsi isterse kılıçla kısas yapılmasını tercîh edebilir.
Aynı şekilde, öldürme sihir yaparak, içki içirerek yada livâta yapılarak işlenmişse, kısas kılıçla uygulanır.
Kasıtlıya Benzer Öldürmenin Cezası
Yukarda izah edildiği üzere kasıtlı değil de kasıtlıya benzer şekilde öldürme eyleminin cezası sadece diyet ödemektir.

Yanlışlıkla Öldürmenin Cezası
Yukarda izah edildiği üzere yanlışlıkla işlenen öldürme eyleminin cezası da diyet ödemektir.


M.Nurettin Sancar

Allah'a Baba Demek

İslamiyette Allah'a babalık ve oğul isnadı yapılamaz, caiz de değildir. Çünkü bu ifade Hristiyanların Hz. İsa' ya "Allah' ın oğlu" demeleri ve Allah'a da "Baba" demeleri ile bizim de dilimize geçmiş bir ifadedir. Böyle bir sözü, bir Müslüman’ın söylemesi düşünülmez. Çünkü mesele doğrudan doğruya Allah’ın birliği ile alakalıdır.

Bir kere bütün babaları ve oğulları, erkekleri ve kızları yaratan Allah’tır. Yaratıcı, yaratılan olamaz. İslamî deyimle Hâlık, mahluk olmaz. Böyle bir sözü ve inancı kesin olarak Kur’an reddeder. İhlas suresi Cenab-ı Allah'ı "O doğurmamış ve doğurulmamıştır" şeklinde anlatır. Yani, doğanlar ve doğurulanlar Yaratıcı ve Allah olamaz.

En’am Suresi’nde de, "O gökleri ve yeri yoktan ve benzersiz şekilde yaratandır. O’nun eşi olmaksızın çocuğu nasıl olur? Her şeyi O yaratmıştır, O her şeyi hakkıyla bilir." (6:101),
"Yahudiler, 'Üzeyir Allah’ın oğludur' dediler. Hıristiyanlar da ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir ki, kendilerinden önce kâfir olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırılıyorlar." (Tövbe, 9:30)

Hıristiyanlar, Mesih İsa’ya "Allah’ın oğludur" demekle kalmadılar, daha da ileri giderek yine Kur’an anlatımıyla, " 'Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir' diyenler de kâfir oldular, Allah üçün üçüncüsüdür' diyenler de kâfir oldular." (Maide, 5:72-73)

Bu yanlış inancı, Kur’an aynı âyette düzeltir ve "Oysa tek bir Yaratıcı’dan başka hiçbir ilâh yoktur” der.

Yabancı filmlerdeki sözler olduğu gibi tercüme ederek söylendiği ve bazı eski Türk filmlerinde düşünülmeden bilinçsizce kullanıldığı için bu batıl inanç ve ifade, dilimize bu filmler ve içimizdeki Rum ve Ermeni vatandaşların kanalıyla geçmiştir. Böyle bir sözü söylemek –Allah korusun– insanı inançsızlığa ve küfre götürür.

Farkına varmadan, sözün nereye gittiğini, nasıl bir sonuç doğurduğunu bilmeden söyleyenler, meseleyi fark eder etmez, yanlışını anlar anlamaz, tövbe istiğfar eder, Allah’tan af ve mağfiret dilerlerse, inşaallah Allah affeder. Fakat anlamını bilerek söyleyen, "Ne yapalım, bir defa dil alışkanlığıdır" diyenler, imanlarını tehlikeye atacak kadar uçurumun kenarında olurlar.

Allah'a Şirk Koşmak

Allah Kuran’da her türlü günahı dilerse affedeceğini söylerken, affetmeyeceği tek günahın ona ortak koşulması olduğunu söyler.

Bu yüzden bu konu belki de bizim hayatımızdaki en önemli konudur. Çünkü Allah korusun, böyle bir durum her insanın başına gelebilecek en büyük felakettir.
Ortak koşmak demek, Allah’a birilerini eş tutmak, onun yanında başka tanrılar olduğunu söylemek, yaratıcının olmadığını savunmak, inançsızlık, puta tapmak, onun indirdiği kitabın yanına başkalarını katmaktır. Ortak koşmanın çok büyük ve affedilmez bir günah olduğunu bildiğimizden dolayı herhangi birine sen ortak koşuyorsun diyemeyiz. Belki bu durumda, Allah katında iftiracı bile olabiliriz.

İşi var diye namaz kılmayana, eğlenceyi ibadete tercih edene, hatta Allah’ın haram kıldığı şeyleri yapana bile sadece günahkâr diyebiliriz. Bu çok önemli bir ayrıntıdır, gözden kaçırmayalım günahkâr farklı bir şeydir, ortak koşan farklı bir şey. Haşa kendimizi Allah’ın takdirinin yerine karar verici olarak görmeyelim.

Nebe Suresi

Mekke döneminde inmiştir. 40 âyettir. Sûre, adını ikinci âyette geçen “en-Nebe’” kelimesinden almıştır. Nebe’, haber demektir. Sûrede, ölüm ötesi hayatın varlığını ispat çerçevesinde, kıyamet, öldükten sonra dirilme ve hesap için toplanma konularına yer verilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm
1.Birbirlerine neyi soruyorlar?
2,3.Üzerinde anlaşmazlığa düştükleri büyük haberi (mi)?
4.Hayır, ileride bilecekler.
5.Yine hayır; ileride bilecekler.
6,7.Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?
8.Sizleri (erkekli-dişili) eşler hâlinde yarattık.
9.Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık.
10.Geceyi (sizi örten) bir elbise yaptık.
11.Gündüzü de geçimi temin zamanı kıldık.
12.Üstünüze yedi sağlam gök bina ettik.
13.Alev alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil yarattık.
14,15,16.Taneler, bitkiler, sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye yağmur yüklü yoğun bulutlardan şarıl şarıl yağmur yağdırdık.
17.Şüphesiz hüküm ve ayırma günü belirlenmiş bir vakittir.
18.Bu, sûra üfürüleceği gün gerçekleşir ve siz bölük bölük gelirsiniz.
19.Gök açılır ve kapı kapı olur.
20.Dağlar yürütülür, serap hâline gelir.
21,22,23.Şüphesiz cehennem, bir gözetleme yeridir; azgınlar için, içinde çağlar boyu kalacakları bir dönüş yeridir.
24.Orada ne bir serinlik ve ne de içecek bir şey tadacaklar!
25,26.Ancak, uygun bir ceza olarak kaynar su ve irin içecekler.
27.Çünkü onlar hesaba çekilmeyi ummuyorlardı.
28.Âyetlerimizi de alabildiğine yalanlamışlardı.
29.Biz ise, her şeyi bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) tamamiyle sayıp tespit ettik.
30.Kâfirlere şöyle denilir: “Şimdi tadın. Artık bundan sonra yalnızca azabınızı artıracağız.”
31,32,33,34.Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta, göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.
35.Orada ne bir boş söz işitirler, ne de bir yalan.
36,37,38.Bunlar kendilerine; Rabbinden, göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbinden, Rahmân’dan bir mükâfat, yeterli bir ihsan olarak verilmiştir. Onlar, Ruh’un (Cebrail’in) ve meleklerin saf duracakları gün Allah’a hitap edemeyeceklerdir. Sadece Rahmân’ın izin vereceği ve doğru söyleyecek olan kimseler konuşabilecektir.
39.İşte bu, hak olan gündür. Artık dileyen kimse Rabbine ulaştıran bir yol tutar.

40.Şüphesiz biz sizi, kişinin önceden elleriyle yaptıklarına bakacağı ve inkârcının, “Keşke toprak olaydım!” diyeceği günde gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı uyardık.

19 Kasım 2017 Pazar

MÜZARAA (ZİRAAT ORTAKLIĞI)

Ziraat ortaklığıdır ki birisi arazisini diğeri işini ortaya koyar. Mahsul aralarında bölüştürülür.
Hasılatın bir kısmı karşılığında ziraatçılık üzerine yapılan bir ortaklıktır.
Ortaklığın geçerli olabilmesinin şartları
1- Ne kadar zaman devam edeceğinin tayin edilmesi gerekir,
2- Arazi ziraata elverişli olmalıdır.
3- Tohum miktarının ve cinsinin belli olması lazımdır.
4- Tarafların mahsulden alacakları hisseler tayin edilmelidir.
5- Arazinin çalışacak olan ortağa teslimi şarttır.  

GASP ETMEK (ZORLA BİR ŞEY ALMAK)

Zorla, zulüm olarak başkasına ait olan bir şeyi almaktır.
Hukuk tabiri olarak gasp başkasının mülkünde bulunup kıymet ifade eden bir malı haksız yere zorla alıp ele geçirmektir.
Bir şeyi gasp edenin, eğer duruyorsa, gasp ettiği yerde onu sahibine teslim etmesi lazımdır.
Gasp edilen mal harcanmış ve yok edilmişse misliyattan (yani benzeri verilebilecek mal cinsinden) olduğu takdirde mislini ödemek, misliyattan olmadığı (kıymeti ödenmesi gereken mal cinsinden olduğu) takdirde de gasp edildiği gündeki kıymetini ödemek gerekir. Eğer malın kıymeti eksilmişse bu noksanlık tazmin edilir.
Gasp edilen mal misliyattan olup çarşı-pazarda bulunamazsa dava günündeki kıymetini ödemek icab eder.
Gasb eden gasp edilen malın helak olduğunu iddia etse hakim, "dursaydı onu açıklardı" diye bir kanate sahip oluncaya kadar onu haps eder. Sonra bedelini ödemesine hüküm verir.  

İARE (ÖDÜNÇ VERME)

İare; menfaatları bedelsiz olarak bağışlamaktır. Bir malın kendisi bağışlanmaz, ödünç verilen ondan faydalanır.
Ödünç verilen mal, ödünç alan yanında bir emanettir. Ödünç alan kullananların değişmesi ile değişen bir durum yoksa ödünç aldığını bir başkasına ödünç vermeye hakkı vardır.
Ödünç veren zaman tahdidi koydu ise, ödünç verilen maldan, faydalanmayı, kullanma yerini sınırlandırdı ise ödünç alan bunlara aykırı hareket ederse zayi olduğunda o malın kıymetini öder. 
 

HİBE (BAĞIŞ)

Birşeyin karşılıksız olarak bağışlanmasıdır.
Hibe, icab, kabul ve kabz (ele geçirmek)la sahih olur. Bağışın yapıldığı meclisde hibe edenin izni olmadan hediyeyi almak caizdir. Ayrıldıktan sonra hediyeyi almak bağışlayanın iznine bağlı olur. Eğer daha önceden hibe edilen mal, kendi elinde bulunuyorsa mücerred kendisine bağışlanmış olmakla ona sahip olur. Bir babanın malını küçük çocuğuna hibe ettiğini söylemesi ile (kabz edilmesine lüzum olmadan) hibe akdi tamam olmuş olur. Küçük çocuğa yapılmış olan bağışı velisi, annesi ve bizzat kendisi ele geçirince küçük ona sahip olmuş olur.
Hibe akdi, hibe edenin "hibe ettim, bağışladım, verdim, bu yiyeceği sana verdim yaşadığın müddetçe bu evi sana verdim" vs sözleri ile meydana gelir.
Hibeye niyet ettiği zaman "bu hayvana seni bindirdim " sözü ile yine "bu elbiseyi sana giydirdim" gibi ifadeler ile hibe akdi meydana getirilmiş olur.
Taksim edilemeyen ortak bir maldaki muayyen bir hisseyi bağışlamak caizdir. Fakat taksim edilebilirse caiz olmaz.  

VAKIF

Bir malın kendisi sahibinin mülkü hükmünde kalmak üzere sağladığı faydanın belli bir gaye ve yöne tahsis edilmesidir.
Vakfetmek, malı sahibinin mülkü olmak üzere bırakmak ve o malın menfaatlarını sadaka olarak vermek demektir. Hakimin kararı ile tescil edilmeyen mal sahibinin vasiyetine bağlı bulunmayan vakıf geçerli olmaz.
Bir kimsenin, başkası ile ortak bir yerini hakimin kararı olmadan vakfetmesi caiz olmaz.
Vakfın caiz olabilmesi için sonucunu hiç kesintiye uğramayan ebedi bir yöne çevirmek şarttır.
Vakıf olan mal satılamaz ve bir kimseye mülk olarak verilemez. Vakfeden tarafından şart olmasa daha vakfın ayakta durması için herşeyden önce geliri ile vakfın tamiratı yapılır.
Vakıf yapan kimsenin hayatta kaldığı müddetçe vakfın gelirinin tamamını veya bir kısmını kendisine ayırması caiz olur. Mütevelli olmak hakkı da vardır.
Mütevelli güvenilir bir kimse değilse, hakim, vakfı bunun elinden alır ve başka bir mütevelli tayin eder.
Bir mescid yapan kimse onun yolunu kendi yerinden ayırıp içinde insanların namaz kılmalarına izin vermediği müddetçe bu bina kendi mülkiyetinden çıkmaz.
Hastalık halinde yapılan vakıf vasiyyet olur.
Vakıf olan bir kervansaraya ihtiyaç kalmazsa onun vakfı, kendisine en yakın olan diğer kervansaraya nakledilir.  

LUKATA (KAYBOLAN MAL)

Bulunan bir malı yerden alıp kaldırmak, ona hiç dokunmamaktan daha iyidir. Eğer o malın zayi olacağından korkulursa onu alıp saklamak vacib olur.
Lukatayı bulan onu sahibine vermek için aldığına şahid tutarsa, yanında emanet olarak kalır. Sahibine vermek için aldığına şahit tutmamışsa (telef ettiğinde) onun kıymetini öder. Kaybolan malı bulan bundan sonra artık sahibi aramaz diye bir kanaata sahip olacağı zamana kadar bulduğunu ilan eder. Bundan sonra malın sahibi gelirse malını alır. Gelmezse bulan isterse fakirlere sadaka olarak dağıtır, isterse de yanında tutar. Fakirlere verildikten sonra sahibi gelir de bu tasadduku kabul ederse, sevabı kendisinin olur. Kabul etmezse onun kıymetini bulana veya fakire ödetir. Eğer fakirin elinde aynen duruyorsa, malını geri alır. Fakir veya bulandan kıymetini hangisi öderse, diğerine dönüp de onu alamaz. Bulunan mal bir zengine sadaka olarak verilemez. Bulan fakir ise kendisi faydalanır.
Bozulacak malların ilanı bozulmalarından korkulduğu zamana kadar yapılır.
Bulunan malın ilanı, insanların toplu bulundukları yerlerde ve malın bulunduğu yerde yapılır.
Bir kimse, bulunan malın kendisinin olduğunu iddia ederse delil getirmesi icab eder. Eğer onun işaretlerini söylerse malın ona verilmesi caiz olur. Fakat bulana vermesi için zorlanamaz.  

VEDİ'A (EMANET BIRAKILAN MAL)

Emanet bırakılan mal, onu alanın yanında korunması için bırakılır. Bundan dolayı doğruluğu ve dindarlığı ile tanınan birisinin yanında bırakılması adet olmuştur. Vedia meşru bir akittir. Bırakılan mal emanet olup borç değildir.
Hz. Muhammed (s.a.v.); "hıyânet etmeyen emanetçiye ve hıyanet etmeyen ödünç mal alana ödeme yoktur" buyurmuştur.
Bir kimse emaneti kabullendiği zaman onu korumak kendisine vacib olur. Çünkü bir akit ile onu korumayı üzerine almıştır. Ailesi de, emaneti korumayı üzerine almış olur. Ancak, yangın veya bir başka tehlikeli durum olur ise; bir komşuya emanet edilebilir veya bir başka yere nakl edilebilir.  

ŞİRKETLER (ORTAKLIKLAR)

Şirket; karışım ve ortaklığın sabit olması demektir. Ortaklık iki kısımdır.
Mallarda Ortaklık
Mufaveze ortaklığı
Ortaklar, tasarruflarında, borç alıp vermede ve şirkete elverişli olan mallarda eşit haklara sahiptirler.
Bu ortaklığın sahih olabilmesi için her iki ortağın da; hür, akıl-baliğ, müslüman olması veya her iki ortağın zımmi olması gereklidir.
Mufaveze ortaklığı ancak akit yapılırken "mufaveze" kelimesinin söylenmesi ile veya bu ortaklığın gerektirdiği bütün hususiyetler açıklanarak kurulur. Bu ortaklıkda malların teslim edilmesi ve iki ortak malının birbirine karıştırılması şart değildir. Bu şirketi kuranlar birbirlerinin vekili ve kefili olurlar. Ortaklardan birinin aldığı mal şirket adına alınmış olur. Ancak aile ve çocuklarının ekmeği, katığı, giyecekleri ve ortağın kendi giyeceği bu hükmün dışındadır.
Şirket-i İnan: Ortaklardan birisinin sermaye olarak koyduğu mal diğerinin koyduğu maldan fazla olabilir. İkisi de ortaklık işinde çalıştıkları zaman bir tarafın malında, iki fazlalığa rağmen kâra eşit şekilde ortak olabilirler veya ortaklık işinde çalışan için fazla kâr şartı konulabilir.
Ortakların sermaye olarak koydukları malları eşit olduğu halde kâr ve zararın farklı dağıtımını şart koşmuşlarsa, kâr şarta göre, zarar ise sermayedeki mallarına göre taksim edilir.
Şirket-i inanda ortaklar birbirlerinin vekilidir. Fakat birbirilerine kefil değillerdir.
Sanayi ortaklığı (İş Ortaklığı)
Aynı işi yapan veya işleri değişik olan iki sanatçının müşterek iş kabul etmelerine "sanayi ortaklığı" denir. Kazandıkları aralarında bölüşülür. Böyle bir ortaklık kurmak caizdir.
Ortaklardan birinin aldığı, kabullendiği bir işi yapmak diğer ortak üzerine de şarttır. Bu bakımdan işveren kimse ortaklardan herhangi birinden işin yapılmasını isteyebilir.
Vücuh ortaklığı (İtibar ortaklığı)
Sermayeleri olmadığı halde sırf itibarlarına dayanarak veresiye mal satın alıp satmak üzere iki kimsenin ortaklık kurmasına vücuh ortaklığı denilir. Bu ortaklıkda her ortak diğer ortağın vekili olur. Satın alınacak malın aralarında eşit olduğu şartı koşulmazsa, sağlanan kardaki hisseleri de eşit olur ve bunda bir ortağın fazla kar alması caiz olmaz.

MUDAREBE ORTAKLIĞI
Bu ortaklıkda çalışan (mudarıb) sermaye sahibinin karda ortağıdır. Çalışan ortağın sermayesi, ticaret için gezip dolaşmaktır. Sermaye, çalışacak olan ortağın yanında emanet olarak bulunur. Çalışan ortak, sermayeyi işletmeye başlayınca sermaye sahibinin vekili olur. Kar yapınca da ortak durumuna geçer. Eğer karın tamamı çalışan ortak için şart koşulmuşsa sermaye ona ödünç verilmiş olur. Karın tamamı sermayedar için şart koşulmuşsa bu "kar tamamen kendisinin olmak üzere başkasına sermaye vermekten ibaret bir anlaşma" olur. Mudarabe ortaklığı fasid (bozulunca) olunca, bu bir fasid kiralama (işçi tutma) olmuş olur. Mudarib (çalışmayı üzerine alan ortak) anlaşma şartlarına aykırı hareket ederse gasp eden hükmünde olur. Bu ortaklık, kar her iki ortak arasında orantılı olmak şartı ile geçerli olur. Eğer ortaklardan birine önceden belli bir miktar para kararlaştırılmışsa ortaklık bozulur. Ortaklık bozulduğu zaman kar, sermaye sahibi olan ortağın olur. Çalışan ortak işçi olarak emsallerine göre ücret alır. Zarar, çalışana aittir şartını koymak geçersizdir. Sermayenin çalışana teslimi şarttır. Çalışan ortağın peşin veya veresiye olarak satmak ve satın almak, kendisine vekil tayin etmek, yolculuk yapmak ve karı ortaklığa ait olmak üzere başkasına sermaye vermeye hakları vardır.
Sermaye sahibinin izni olmadan yahut kendi görüşüne göre hareket et denilmeden çalışan ortağın ayrıca bir mudarabe ortaklığı kurmaya hakkı yoktur.
Mudarib, sermaye sahibinin tayin ettiği beldenin dışına çıkamaz ve tayin edilen ticaret malından başka malın ticaretini yapamaz ve yine belirtilen tüccardan başkası ile ticari muamelelerde bulunamaz. Sermayedar, ortaklık için bir müddet koymuşsa bu müddetin geçmesi ile ortaklık sona erer. 

KEFALET

Bir şeyin istenmesi hususunda kefilin zimmetini, asilin (borçlu) zimmetine katmaktır.
Ancak bağışlamak hakkına sahip olan kimseler kefil olabilir. Kefalet iki kısımdır ve bunlara kefil olmak caizdir.
Nefse kefalet, mala kefalet. Nefse kefalet akdi, kefil olacak kimsenin "onun kendisine" veya "onun boynuna kefil oldum" sözleri ile meydana geldiği gibi, bedenin tamamını ifade eden her hangi bir uzva ve beşde bir, onda bir gibi orantılı bir cüzüne kefil olmakla da meydana gelir.
Mala kefalet akdi ; "onu tazmin ederim, şu borç benim üzerimedir, ödemek bana aittir, ben borca kefilim, ben onun borcunu ödemeyi kabul ettim" gibi sözlerle meydana gelir.  

VEKALET

Vekatelin sahih olabilmesi için müvekkil (kendi yerine vekil tayin eden) in tasarruf etmeye sahip olması ve tasarruflarından doğan hükümleri yerine getirmesi gerekir.
Vekilin de yetkili kılındığı işe aklının ermesi ve o işi benimsemesi şarttır. Müvekkilin bizzat kendi başına yaptığı akitlerde bir başkasını vekil tayin etmesi caizdir. Her çeşit hukuk davalarının ve haklarının alınması, verilmesi için vekil tayin etmek caizdir. Ancak had ve kısas cezasını gerektiren davalarda vekil tayin etmek caiz olmaz. Çünkü müvekkil olmadan had ve kısas cezalarına ait hakkın istenmesi caiz olmaz.
Müvekkilin, hasta veya yolcu olması müstesna hasmın rızası olmadan bir davaya vekil tayin etmek caiz değildir.
Vekil satın aldığı malı müvekkiline teslim ederse, müvekkilin izni olmadan maldaki kusur yüzünden onu geriye iade edemez. Müşteri satın aldığı malın bedelini müvekkile vermemek hakkına sahiptir. Fakat müvekkile ödemesi de caiz olur. Vekilin, müvekkili adına yaptığı her akitten doğan haklar müvekkile ait olur.
Bir malı satın almaya vekil tayin eden kimsenin; o malın vasfını, cinsini veya ödenecek bedelin miktarını söylemesi gerekir. Ancak vekile "uygun gördüğünü al" denilirse bir açıklamada bulunmak gerekmez.
Belirli bir malı satın almaya vekil tayin edilen kimsenin o malı kendisine almaya hakkı yoktur. Para cinsi belirtilmeden bir malı satın almaya vekil olan kimse onu yürürlükde olan o devletin parası dışında herhangi bir para cinsi ile alırsa veya müvekkil tarafından cinsi bildirilen paradan başka çeşit para ile satın alırsa yahutda vekil kendi yerine başka bir vekil tayin ederse alış-veriş kendi adına yapılmış olur.
Eğer satın alınacak mal belirtilmemişse vekil bunu kendi adına satın almış olur. Ancak parasını müvekkilin malından öderse veya müvekkil için satın almaya niyet etmişse mal müvekkil için satın alınmış olur.  

18 Kasım 2017 Cumartesi

KISMET (HİSSELERİN BÖLÜNMESİ)

Ortaklığa son vermek, birden fazla kimsenin bir maldaki karışık ve orantılı hisselerini birbirinden ayırd etmek demektir.
Aynı cins malların taksiminde ortaklardan biri taksime yanaşmazsa mecbur edilir. Taksim edilecek ortak mallar ayrı ayrı cinslerden olunca taksime yanaşmayan ortak zorlanamaz.
Ortakların kendi kendilerine taksim yapmaları caizdir. Çocuğun yerine velisi veya vasisi taksim yapar.
Bütün ortaklar kendi hisselerinden fayda temin edebiliyorlarsa onlardan biri isteyince taksim yapılır. Eğer ortaklar zarar görüyorlarsa taksim yapılmaz. İki ortaktan biri taksimden sonra hissesinden fayda sağladığı halde, diğeri zarar görecekse, faydalananın isteği ile mahkeme taksim yapar. Müşterek olan konaklar, araziler ve dükkanlardan her biri ayrı ayrı taksim edilir. Her ev ise ayrı bir hisse olur. Binanın üst katındaki iki hisseye karşılık alt kat bir hisse olur.
Paralar, ortakların rızası olmadıkça taksime dahil edilmezler.
Taksim edicinin,ortaklar arasında kur'â çekmesi gerekir. Kur'â'da herkes kendi ismine çıkan hisseyi alır.
Hakim veya onun vekili taksim yaptığı zaman bundan hiçbir hissedarın dönmeye hakkı yoktur.
Ortaklardan birine düşen hissede, diğerine ait önceden şart koşulmayan su yolu veya yol bulunur ve bunları başka tarafa döndürmenin de imkanı olmazsa taksim fesh edilir.
Ortaklar, hisselerini aldıklarını ikrar ettikten sonra onlardan biri kendine düşen hissenin bir kısmının ortağının elinde olduğunu iddia etse delilsiz kabul olunmaz. Bölenlerin, ortaklar arasındaki anlaşmazlıklarda şahitliği kabul edilir.
Ortaklardan birinin yahut hepsinin ölümü ile menfaatı bölüşme akdi bozulmaz. Ortaklardan birinin taksim istemesi ile muhayee akdi (bölüşülmesi mümkün olmayan bir şeyi sıra ile kullanma) bozulur.
Bir konakta iki ortağın nöbetleşe oturmaları veya alt katta birisinin üst katta diğerinin ikamet etmesi üzerine yapılan anlaşma caiz olur. Ortaklardan her birinin, kendine düşen menfaatı kiraya vermeye ve gelirini almaya hakkı vardır.  

REHİN

Bir malı onunla alınabilmesi mümkün olan bir hak karşılığında haps etmektir. Rehin, borcu almanın bir garantisi olarak meşru kılınmıştır.
Rehin veren, malının haps edilmesi yüzünden rahatsız olur. Bunu kaldırmak için borcunu ödemede acele eder ve malının faydasına kavuşur. Rehin alan da hakkını almış olur.
Allahu Teâlâ; "Yolculukda olur da yazacak bir kâtib bulamazsanız (borca karşılık) alınmış bir rehin kâfîdir" (Bakara sûresi, âyet: 283) buyurmuştur.  

İCARE (KİRAYA VERME)

Kira; menfaatların satışından ibarettir.
Kirada menfaatların ve ücretin belli olması şarttır. Alış-verişde bedel olmaya elverişli olan mallar kira ücreti olmaya da elverişlidir. Kira şartlarla fâsid olur.
Alış verişte olduğu gibi kirada da görme, seçme kusur olmak üzere üç seçenek vardır.
Kiradan da karşılıklı vaz geçilebilir ve fesh edilebilir.
Menfaatlar; belli bir müddet araziyi ekmek ve yine belli bir müddet evde oturmak gibi müddet tayin etmekle yahut elbisesinin boyanacağını ve dikileceğini belirtmekle ve hayvan kiralarken taşınacak yükü veya binilecek mesafeyi belli etmekle bilinir. Menfaatlar işaretle de tayin edilir (gıda maddelerini taşımak için gibi).
Bir ev yahut dükkan kiralayan kimsenin orada oturma hakkı olduğu gibi istediğini de oturtmaya hakkı vardır ve dükkanda da dilediği işi yapmak hakkına sahiptir.
Ancak eğer baştan söylenmemişse demircilik, değirmencilik gibi işler kira akdinden sayılmaz.
Ziraat için kiralanan bir araziye, ekilecek şeyin beyan edilmesi, yahut arzu edilen şeyin ekileceğinin bildirilmesi şarttır.
Bina yapmak yahut ağaç dikmek için bir yer kiralayan, müddetin bitiminde o yeri aldığı gibi boş teslim etmesi borcudur.
Arazi, binayı yıkmakla, ağaçları sökmekle kıymetinden düşecek olursa mal sahibi bunların yıkılmış ve sökülmüş durumdaki kıymetlerini kiracıya borçlanır ve onları mülkiyetine geçirir. Arazi, bunların sökülmesiyle kıymetinden birşey kaybetmeyecekse sahibi dilerse kiracıya kıymetlerini ödeyip mülkiyetine geçirir. Bu, kiracının rızası ile mal sahibinin olur.

İşçi çeşitleri ve hükümleri:
Müşterek olan işçi kendisinden istenen işi yapmadıkça ücreti hak edemez. Kendisine bırakılan mal da emanet hükmünde olur.
Kendi kusur ve fiili sebebiyle olmadıkça telef olmaları yüzünden kıymetlerini ödemez. Ancak, kendi fiili sebebiyle bu mallar telef olursa onların kıymetlerini öder.
Kiralanan maldan menfaat sağlanınca ve istenen iş yapılınca mal sahibi veya işçi ücrete hak kazanırlar.
Kira mukavelesinde, ücretin peşin verilmesi şart koşulunca ücretin peşin verilmesi gerekir. Peşin şartı olmadan peşin verilmişse yine ücrete hak kazanılmış olur.
Kiralanan mal teslim alınınca, belirtilen müddet zarfında ondan faydalanılmasa bile yine kira ücretini vermek gerekir.
Kiracıdan mal gasp edilince kira ücreti düşer. Ev sahibi, her günün ücretini istemek hakkına sahiptir.
Sanatkâr kendisinin yapması şart koşulan bir işi başkasına yaptıramaz. Mal sahibinin kiracıya "bu dükkanda şu işi yapacaksan aylığı şu kadar, şu işi yapacaksan aylık şu kadar, demesi câizdir. Kiracının bu ikisinden hangisini yaparsa ona göre kira ücreti ödemesi gerekir.
Kira bozulduğu zaman kira mukavelesinde belirtilen ücret değil de emsal ücret vermek gerekir. Bu ücret akit yapılırken tayin edilen ücretden fazla olamaz.
Kaç aylık olduğu söylenmeden her aylığı şu kadar liraya olmak üzere bir ev kiraya verilse, bu bir ay için sahih, diğer aylar için ise fasid olur. Ancak belirli aylar zikrederse caiz olur.
Belli bir ücret karşılığında süt anası kiralamak caizdir.
Fıkıh ve Kur'an öğretmek, imamlık yapmak, ezan okumak ve hac etmek gibi bir takım farz olan ibadetleri yapmaya karşılık ücret vermek caiz değildir.
Günah olan işleri yapması için ücretle birini tutmak câiz olmaz.
Özür sebebi ile kira akdi fesh olur.
Ticaret yapmak için dükkan kiralayan iflas ederse, yahut bir malını kiraya verenin borcu olup başka da malı bulunmasa kira akdi fesh olur.  

ŞUF'A HAKKI

Satılan mülkü ona komşu veya ortak olanın mülküne katmaktır. O yere komşu olan, alan ve satan razı olsa da olmasa da o yeri satılmış olduğu fiyattan kendi yerine katar.
Şuf'a işlemi ancak akar (gelir getiren) olan mülklerde olur.
Akarın (gelirin) taksim edilebilir veya taksim edilemez olması arasında fark yoktur.
Şuf'a; geliri, mal sayılan bir bedel karşılığında başkasına mülk edindirmekle icab eder.
Şuf'a hakkı, ancak satıştan sonra olur ve şuf'a hakkı olanın, satılan yerin şuf'a hakkı olan olduğunu söylemesi ve o yeri istediğine ait şahit tutması ile kararlaşır.
Şuf'a hakkı olan, satılan akarı (müşterinin rızası veya hakimin hükmüne dayanarak) almakla mülkiyetine geçirir.
Şuf'ada müslüman, zımmi, ticaret yapmasına izin verilen, eşittirler.
Şuf'a hakkı, sırası ile şu kimselerindir:
Satılmış olan malda ortaklığı olan, satılmış olan malda (su hakkı, yol hakkı gibi) bir hakkı olan, satılmış olan yere bitişik komşu olanlar.
Şuf'a davasını geri bırakmakla bu hak düşmez.
Satın alma hakkı olan, satışı öğrendiği zaman hemen o meclisde, satılan akarı istediğine şahit tutmalıdır.
Mümkün iken şahit tutmayanın şuf'a hakkı kaybolur.
Satılan akar daha henüz mal sahibinin elinde bulunuyorsa satın almak isteyen mal sahibine karşı, yahut müşteriye karşı veya akarın yanında şahit tutar.
Satın alma hakkı olanın, akara verilmiş olan bedel misillerinden ise mislini, kıymetlerinden ise kıymetini ödemesi borcu olur.
Şuf'a hakkının kalkması
Satın alma hakkı olanın ölümü, Şuf'adarın, şuf'a hakkının tamamından veya bir kısmından vaz geçmesi, satın alma hakkı olanın bir bedel karşılığında müşteri ile sulh olması, şuf'adarın mahkemece şuf'aya hüküm verilmeden önce malını satması ile, satılan akarın zararını satın alana tanzim etmesi, satın alandan o akarın satışını veya kirasını pazarlık etmesi ile şuf'a hakkı kalkar.
Şuf'a hakkı, müşterinin ölümü ile kalkmaz.
Satıcının vekilinin şuf'a hakkı yoktur. Fakat müşterinin vekilinin şuf'a hakkı vardır.
Müşteri falan kimsedir denilip satın alma hakkı olan o kimse için şuf'a hakkından vaz geçse ve sonra da başkası olduğu anlaşılırsa satın alma hakkı olanın şuf'a hakkı devam eder.
Akar, söylenildiği fiyatdan satılmışsa, öğrenilince, geçse sonra daha az bir fiyata, yahut ölçülen şuf'a hakkı baki kalır.
Şuf'a hakkı gerçekleşmeden önce müşterinin, şuf'ayı düşürmek için hile yapması kötü görülmez. Hissesinin bir kısmını satan sonra geriye kalan hissesini de satarsa şuf'a ilk hissede olur, başkasında olmaz.
Müşteri akarı veresiye almışsa satın alma hakkı olan isterse parasını hemen verir isterse de vadesi dolduktan sonra verir ve sonra malı teslim alır.  

SARF NEDİR?

Para cinslerinin birbiri ile satışı demektir. Birbiri ile satılan, yani mübadele edilen bu iki paranın basılmış, dövülmüş ve külçe halinde olmaları farksızdır.
Gümüş, gümüş karşılığında, altın da altın karşılığında satılacağı zaman eşit ağırlıkda ve peşin olarak alınıp verilirler. Altın ve gümüşte yenilik ile kuyumculuk işine itibar edilmez.
Altın altın karşılığında gümüş de gümüş karşılığında toptan satılır ve aynı meclisde bunların eşit ağırlıkda oldukları anlaşılırsa, alışveriş akdi geçerli olur. Alınan ve satılan birbirinden farklı ağırlıkta iseler bu akit muteber olmaz.
Altın ile gümüşün birbiri ile değişimi, aynı mecliste teslim alınmaları şartı ile fazlalıklı olarak ve toptan caiz olur.
Bir kimse süslü bir kılıcını onun süsünden daha çok bir bedel karşılığında satarsa caizdir.  

SELEM NEDİR?

Peşin paraya veya peşin mala karşılık veresiye bir mal almaktan ibarettir. Selem, kıyasa aykırı olarak meşru olmuştur. Çünkü bu, bir mal olmadan önce onu satmaktır.
Bunun meşruluğu şu ayete göredir: "Ey iman edenler (yaptığınız alış-veriş sonunda) muayyen bir vade ile birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın (senet yapın)" (Bakara suresi ayet 282).
Malın vasıfları ve miktarı biliniyor ise selem satışı caizdir, bilinmiyor ise caiz değildir.
Selem akdi ile satışın sahih olması için şu şartlar aranır: Malın cinsini belli etmek (Buğday, hurma gibi). Malın nevini belli etmek (ova mahsulü veya kır mahsulü gibi).
Vasıflarını belirtmek (eski veya yeni, taze gibi)
Malın vadesini, yani teslim edileceği zamanı tayin etmek,
Malın miktarını belli etmek (ölçüsünü veya kilosunu belirtmek),
Eğer nakledilmesi gereken yük ve zorluğu var ise malın teslim edileceği yeri bildirmek,
Sayı, ölçü ve tartı ile satılan malların karşılığında verilen para miktarını belirtmek,
Selem satışı yapılan yerden ayrılmadan parayı peşinen almak.
Mevsimi geçmiş ve piyasadan çekilmiş mallarda (meyveler vs.) ve (aralarında büyük farklılıklar olacağından) mücevheratta selem akdi yapmak sahih değildir.
Hayvanlarda, etlerinde baş ve ayaklarında ve derilerinde (hayvandan hayvana bunlar farklılıklar göstereceğinden) selem yolu ile alış-veriş yapılmaz. Tuzlu balıkların, tartarak selem ile satışları caizdir.
Miktarı bilinmeyen muayyen bir ölçü kabı ile selem akdinde bulunmak sahih olmadığı gibi, muayyen bir köyün yemeğinde de selem yolu ile alış-veriş olmaz.
Elbisenin uzunluğu, genişliği, yaması belirtilince bunlarda selem akdi yapmak caiz olur.
Teslim edilmeden önce selem ile satılan eşyada tasarruf caiz olmadığı gibi bu malın bedelinde de tesliminden önce tasarruf caiz değildir.
Bir sanatkara siparişde bulunmak caizdir. Müşteri sipariş ettiği malı görünce alıp almamakta serbesttir. Müşteri görmeden önce sanatkârın o malı satmaya hakkı vardır.
Eğer malın teslimi için bir müddet tayin edilmişse artık selem meydana gelir.  

ALIŞ-VERİŞ

Alış-verişin meşruluğu hakkında Allahu Teala Kur'an-ı Kerimde: "Allah alış-verişi helal ribayı (faizi) ise haram kılmıştır (Bakara suresi, ayet 275),
"Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin. Meğer ki (o mallar) sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret (malı) ola." (Nisa suresi, ayet 29) buyurmuştur.
Satılan eşyanın, hakkındaki bilgisizliği giderecek derecede tanınması gerekir.
Zimmette olan, yani ödenecek olan paranın da miktar ve cinsinin bilinmesi şarttır.
Mutlak bir para sözü edilmişse bu, o memleket parasının revaçda olanına yorumlanır.
Ölçülen ve tartılan şeylerin ölçerek, tartarak ve toptan satışları caizdir.
Bir mal satılırken; onun parçası durumundakiler ayrı tutulamaz. Bir ticari mal para karşılığı satılınca, veresiye olmadıkça paranın maldan önce teslimi gerekir. Eğer mal, mal karşılığında veya para, diğer bir para karşılığında satılırsa alan ve satan aynı anda beraberce teslim ederler.
Önce peşin paraya satıp sonra veresiyeye çevirmek sahih olur.
Terbiye edilmiş olsun olmasın yırtıcı hayvanların, pars ve köpeğin satılması da helaldir.
Zımmiler (Müslümanların idaresi altındaki gayri müslimler) alış-verişde müslümanlar gibidir. Onlara fazla olarak; içki ve domuz satmak da serbesttir.
Dilsizin, anlaşılan işaretleri ile alış-veriş ve diğer akitleri geçerlidir. Körün de alım-satım yapması caizdir. Karşılıklı olarak alış-veriş akdini fesh etmek caizdir.
Bir kimsenin, görmediği bir malı satın alması caizdir ve malı gördüğü zaman seçme hakkı vardır. Satıcının ise görmediği malını satmasından dolayı seçme hakkı yoktur.
Mutlak bir alış-veriş satılan malın her türlü kusurdan uzak olmasını gerektirir.
Tüccar adetine göre, malın değerini noksanlaştıran herşey kusurdur.
Müşteri malın kusurunu öğrendiği zaman, dilerse onu tam bedeli karşılığında kabul eder, dilerse de red eder.
Müşteri, satın aldığı malda bir kusur bulsa, diğer bir kusur da yanında iken meydana gelse satanın rızası olmadıkça o malı geri veremez.
Ancak kusurun aldığı zamanki bedelini satandan alır.
Fasid alış-veriş, malı sahiplenmesi ile mülkiyet ifade eder.
Bu alış-verişi alan ve satandan her birinin bozmaya hakları vardır.
Akdi fesh ederken satılan malın mevcut, olması şarttır.
Müşterinin teslim almadan önce, malı satması, azad etmesi, başkasına bağışlaması caiz olur. Bu durumda müşteri malı teslim aldığı zamandaki -kıymeti ile satılan cinsten ise- kıymetini ve -misliyle satılan cinsten ise- mislini satıcıya öder.
Batıl alış-veriş mülkiyet ifade etmez. Bu alış-verişle alınan mal müşteri yanında emanet olarak bulunur.
Leş, kan, içki, domuz, leş ile temiz eti birlikte satmak batıl (boş, çürük)dır.
Balıkları ve kuşları avlamadan satmak caiz değildir.
Hayvanın karnındaki yavruyu, daha henüz sağılmamış sütü, hayvanın sırtındaki yünü, koyundaki eti, iki elbiseden herhangi birini (belirtmeden) satmak caiz değildir.
Bir malın ay başında teslim edilmek üzere satışı caiz olmaz.
Arılar kovansız, ipek böceği de ipeksiz satılmaz.
Hasat, meyve toplama, harman ve hacıların gelme zamanına kadar olan veresiye satışlar caiz olmaz. Ancak daha önceden veresiyeyi kaldırırlarsa bu alış-veriş caiz olur.
Cumanın ilk ezanı okunurken alış-veriş yapmak mekruhdur.
Bir fiyat üzerinden alış-verişi bitiren iki kimsenin, fazla fiyat vererek aralarına girmek mekruhdur.
Alıcısı olmadığı halde, alıcı gibi görünerek başkasını teşvik için malın değerini arttırmak mekruhtur.
Şehre mal getirmekte olan kafileyi yolda karşılayıp, şehre girmeden mallarını almak (hem şehir halkına yüksek fiyatla satılacağından ve hem de kafilenin mevcut fiyatları bilemeyeceklerinden dolayı zarara uğramaları düşünüleceğinden) mekruhdur. Fakat bununla beraber bu türlü alış-verişler caizdir.
Satış Çeşitleri
Tevliye: Bir malı, mâl oluş fiyatına kârsız satmaktır.
Murâbaha: Alış fiyatına kâr koyarak satmaktır.
Vazi'a: Bir malı alış fiyatından noksan fiyata satmaktır.
Boyama, dikiş, gıda maddelerini bir yerden diğer yere nakletme, simsar, hayvan sevk etme masrafları da ilk alış fiyatına ilave edilir. Bu durumda satıcı, "bana şu kadara mal oldu" demelidir.
Satıcı kendi nafaka parasını, çoban, doktor, bakıcı ve öğretmen ücretlerini ve kira parasını ilk alış fiyatına ilave edemez.
Müşteri, mal oluş fiyatına aldığı bir malda aldatıldığını anlarsa ücretini, mal oluş fiyatından öder.
Karla satışda aldatıldığını; yani kendisine söylenenden fazla kar alındığını anlarsa, ya tam fiyata malı kabul eder yada malı red eder.  

FAİZ

Faiz, belirli bir müddet için ödünç olarak verilen nakit sermaye karşılığında aylık veya yıllık kazanç sağlamaktır.
Faiz sisteminde, sermayeyi alan zarar da etse faiz yine ödenir. Kârın oranı büyük olsa, oran yine değişmez.
Buna karşılık "mudârebe ortaklığı"nda işletme kâr etmez ise, sadece çalışanın emeği boşa gidecek, sermaye kâr etmemiş olacaktır.
İşletme zarar ederse, işletmecinin emeği boşa giderken sermayede zarara katlanacaktır. İşletme kâr ederse, bu kâr emek ile sermaye arasında önceden konuşulan nisbetde taksim edilecektir. Zarar ihtimali yanında kâr etme düşüncesi vardır.
İhtiyaca harcamak için alınmış ise, bu durumda sıkıntı daha da büyük olacaktır.
Teşebbüs ve yatırım sermayesi yapılacak kredi (karz) konusunda faizin yerine "mudârebe"yi getiren İslâm hukûku, ihtiyaç yani tüketim için mecbur kalınacak istikraz konusunda borç yerine zekât müessesesini getirmiştir.
Allahu Teâlâ; faizi, sebep olduğu yıkıcı zararları dolayısıyla, Kur'ân-ı Kerîm'inde; "Allah, alış-verişi helâl; faizi haram kıldı" (Bakara suresi, ayet: 275) emriyle yasaklamıştır.  

NİKAH

Bir akit neticesinde meydana gelen birleşme ve bir araya gelmeye nikah (evlenme) denir.
Normal bir durumda (kadına karşı nefsinde aşırı bir arzu duymayanlar için) evlenmek müekked bir sünnettir ve insanlardan evlenmeleri istenilir. Şiddetli bir şehevi taşkınlık ve arzu halinde evlenmek farzdır.
Kadının haklarını yerine getirememekten korkulursa evlenmek mekruh olur.
Nikah meşru bir akittir ve müstehaptır. İnsanlar evliliğe teşvik edilmiştir.
Evliliğin meşruluğu kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur'an'da "İçinizden bekarları ve kölelerinizden, cariyelerinizden salih (mü'min) olanları evlendirin" (Nur suresi ayet 32) buyurulmuştur. Yine Peygamberimiz (s.a.v.) "Nikahlanın çoğalın, çünkü ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm",
"Evlenmek benim sünnetimdir. Kim benim bu sünnetimden ayrılırsa o benden değildir" buyurmuştur.

Nikahın rüknü; icab ve kabuldür.
Müslümanların nikahı ancak iki erkek şahit yahut bir erkek ile iki kadın şahit huzurunda kıyılır.
Şahitlerin hür ve müslüman olmaları şart, adil olmaları ise şart değildir. İki körün şahitliği ile de nikah kıyılır.
Birbirlerine haram olanlar.
1- Annesi ve nineleri,
2- Kızı ve kendi evladından olan kızları,
3- Kız kardeşi, kız ve erkek kardeşlerinin kızları,
4- Babasının ve annesinin kız kardeşleri,
5- Hanımının annesi ve eğer zifafa girmişse hanımından olan üvey kızı,
6- Baba ve dedelerinin aileleri,
7- Oğlunun ve torunlarının aileleri haramdır.
Eşini boşayan bir erkek, iddeti bitinceye kadar ne onun kızkardeşi ile ve ne de başka bir kadınla evlenemez.
Mecûsî ve putperest, kâfir kadınlarla evlenmek haramdır. Yahudî, hıristiyan veya yıldızlara tapan (sabiî) kadınlarla evlenmek câizdir.
Mut'a nikâhı (bir erkeğin belli bir para veya mal karşılığında, belli bir süre için bir kadınla anlaşarak, onunla evlilik hayatı yaşaması) haramdır.
Evlenmede denklik
Nikahda (erkeğin kadına) denk olması aranır.
Denklik şartları şunlardır:
1- Soyda denk olmak,
2- Din ve takva (fazilet ve ahlak sahibi olmak) da denk olmak,
3- Sanatta denk olmak,
4- Hürriyette denk olmak,
5- Malca denk olmak.

Mehir
Kadının nikahlanınca kocasından almaya hak kazandığı muayyen miktar mal veya paradır. Kadın kocasından bir nikah parası alır.
Mehirsiz nikah olmaz. Mehir, nikah yapılırken kararlaştırılır. Eğer kararlaştırılmamışsa kızın emsallerine göre sonradan mehir tayini yapılır. Mehir peşin verildiği gibi sonraya da bırakılabilir. Mehir tamamen kızın hakkıdır. Ona kızın babası el koyamaz.
Düğünlerin israfa dayanan örf ve adetlerine onu heba edemez.
Mehrin en az miktarı on dirhem (28,05 gr) gümüş veya on dirhem kıymetinde başka bir maldır.
Mehir ancak mal sayılan şeylerden verilir. Mehir on dirhemden az olarak kararlaştırılmışsa kadın yine on dirhem alır.
Mehir tayin edilince zifafa girmekle veya karı kocadan birinin ölümü halinde onu tam olarak ödemek kocanın borcu olur.
Erkek karısını birleşme olmadan önce boşarsa kararlaştırılan mehrin yarısını ödemesi gerekir.

TALAK (BOŞANMA)
Boşama üç şekilde olur
1- Ahsen (en güzel) tarzda boşama:
Kadın hayızdan temizlenmiş halde iken ve bu temizlik müddeti içerisinde onunla cinsi münasebette bulunulmadan bir talak ile boşamak ve iddeti bitince kadını terk etmek en güzel tarzda boşamaktır.
2- Hasen (güzel) tarzda boşama:
Bir kadını içinde cinsi münasebet yapılmamış olan üç temizlik müddeti içerisinde ayrı ayrı üç talak ile boşamaktır.
3- Bid'at (sonradan çıkmış, İslâm'dan olmayan) üzere boşama:
Tek bir sözle üç veya iki talak boşamak yahut bir temizlik müddeti içerisinde kadına dönmeden onu bid'at üzere boşamaktır.

İNSANIN AİLESİNE KARŞI VAZİFELERİ
Anne, baba, büyük anne, büyük baba, amca, hala, dayı gibi yakın akrabalarında dahil olduğu milleti oluşturan çekirdek İslâm'da çok önemli bir yer tutar.
Peygamber Efendimiz "Sizin en iyiniz, hanımlarına karşı en iyi olanınızdır" buyurmuştur.
Diğer bir hadisinde de ".. Kadın da kocasının evi ve çocuklarının çobanı (muhafızı)dır..." demiştir.

Karı-kocanın birbirlerine karşı görevleri
Karı-koca, birbirlerine samimi bir sevgi ve saygı beslemelidirler, Koca, ailesinin rızkını helal yoldan kazanmaya çalışmalı ve mutluluğu yuvasında aramalıdır. Koca ailesinin inanç, ibadet ve ahlakî yönden eksiklerini düzeltmeye çalışmalıdır. Erkek, eşine karşı daima nazik davranmalı, kaba ve kırıcı olmamalıdır.
Kadın ibadetlerinde titiz olmalı, haramdan sakınmalı, iffetine düşkün olmalı, namusuna söz getirmemelidir.
Kadın ev idaresinde kocasına yardımcı olmalı, onun kazanıp getirdiklerini israfa kaçmadan harcamalıdır, tutumlu olmalıdır.
Çocuk terbiyesinde karı-koca hassas davranmalı ve bu konuda her biri üzerine düşeni titizlikle yerine getirmelidir.

Ana ve babanın çocuklarına karşı vazifeleri
Çocukların maddi ve manevî ihtiyaçlarını karşılamak, çocuklara karşı sevgi ve şefkat göstermek, onlarla ilgilenmelidir.
Çocuklara güzel ad koymak ve sünnet ettirmek, tahsil ve terbiyelerini yaptırmak, ahlakî yönden kendilerine iyi örnek olmalıdırlar. Çocuklarını faziletli, dindar ve vatansever olarak yetiştirmek. Çocukların kötü yola gitmelerini önlemek, zamanın gelişmesine ve meselelerine göre hayata hazırlamak ve sorumluluk sahibi olarak yetiştirmek ana-babanın çocuklarına karşı vazifeleridir.

Çocukların ana ve babalarına karşı vazifeleri
Ana ve babaya itaat etmek, iyilik yapmak, saygısızlıktan sert davranışlardan kaçınmak, onların kalplerini incitmemek, onlara "öf" bile dememek, yaşlılıklarında şefkatli davranmak, güler yüz göstermek, yanlarında ise sürekli hizmet etmek, başka yerde iseler ziyaretlerine gitmek, hiç ihmal etmemek, her vesileyle hatırlarını sormak, gönüllerini almak, isteklerini yerine getirmek, çağırdıkları zaman hemen koşmak, onların mutluluk getiren tavsiyelerine sahip çıkmak, onları her konuda memnun etmeye, hayır dualarını almaya çalışmak, öldüklerinde onları daima rahmetle anmak, varsa vasiyetlerini yerine getirmek, baba dostlarına saygı göstermek, onlar için kıyamete kadar amel defterlerinin açık kalmasına vesile olacak hayırlı işler yapmak.

Kardeşlerin birbirlerine karşı vazifeleri
Büyük kardeşler küçüklerine sevgi ve şefkat göstermeli, küçükler de büyüklerine saygı ve hürmette kusur etmemelidir. Kardeşler arasında birlik, beraberlik ve dayanışma olmalıdır. Maddi menfaatler onların samimiyetini zedelememeli. Kardeşler aralarını bozmak isteyen dedikoduculara kanmamalı, birbirleri hakkında daima iyi kanaat beslemelidirler. Kalplerinde kıskançlığa yer vermemelidirler, kuvvetli zayıfı, zengin olan kardeş yoksul olanı daima himaye etmelidir. Ayrıca halalara, teyzelere, amcalara, dayılara ve akrabadan sayılan herkese sevgi ve saygı beslemeli, onlarla ilişkiler devam ettirilmelidir.  

AHLAK

Arapça "hulk" kelimesinin çoğulu olup "huy ve karakter" anlamına gelen "ahlâk" huylar demektir. Ahlak, her iyi huyu benimsemek ve her kötü huydan sıyrılmaktır. İyilik yapmak ve kötülüklerden sakınmak için uyulması gereken kuralları öğreten bir ilimdir. İnsandaki manevî değerler ve davranışlar topluluğudur. İnsan maddi ve manevî olmak üzere iki ayrı yapının birleşiminden oluşmaktadır. Maddî yapımız beden olarak ortaya çıkarken manevî yapımız ruh olarak belirir. Ruhun eseri huylarımızdır.
İyi olan huylara "Ahlâk-ı hasene=güzel huylar", kötü huylara da "ahlâk-ı seyyie=çirkin huylar" denilmektedir. İnsanın huyları ahlâkın konusunu oluşturduğuna göre mutluluğu da gayesini meydana getirmektedir.
Ahlak, insana iyi huylarla donatmanın ve kötü huylardan kaçınmanın yollarını, doğru inancı, doğru düşünmeyi ve faydalı davranışlarda bulunmayı öğretir.
İslâm'ın Getirdiği Ahlak Anlayışı
İslâm önce imanı, sonra ibadeti emreder. İman eden ve ibadet eden müslümanın da ahlâklı olmasını ister. Sadece iman, hatta sadece imanla ibadet yetmez. İnsan aynı zamanda güzel ahlâk sahibi olmalıdır. Çünkü İslâm'a göre imanla ahlâk arasında sıkı bir ilişki vardır. İyi ahlâklı insanların imanları da sağlamdır.
Kur'an-ı Kerîm'in pek çok âyetlerinde güzel ahlâk tavsiye edilirken, müslümanların kötü ahlâktan da sakınmaları bildirilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de "şüphesiz sen en büyük ahlâk üzeresin" buyurulan Peygamberimiz (s.a.v.) ahlâk hakkında şöyle söylemektedir:
"Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim "Sizin en hayırlınız ahlâkı en iyi olanınızdır". "Sirke balı nasıl bozarsa kötü ahlâk da ameli öyle bozar" "Allahım, senden sıhhat afiyet ve güzel ahlâk dilerim".
Peygamber Efendimiz, tebliğ ettiği güzel ahlâkı yaşayarak müslümanlara örnek olmuştur.
İslâm'ın getirdiği ahlâk anlayışını Kur'an-ı Kerim'de ve Sevgili Peygamberimizin davranışlarında ve onun yolunda yürüyen ashab ile tarih boyunca bunları takip eden değerli kişilerin hayatlarında görmemiz mümkündür.

Ahlakın Fert Üzerindeki Tesirleri
Ahlaklı kişiler sağlam inançlı ve ibadetlerini en temiz duygularla yapan pırlanta gibi kişiler olurlar. Allah'tan korkanlar da yalan, dedikodu, gıybet, iftira, kibir, haset, fesat, zulüm, öfke gibi kötülüklerden korunurlar. Ahlaklı kişiler doğru, dürüst sabırlı olurlar. Yardımsever olup yoksullara öksüzlere şefkat gösterirler, çalışkan olurlar. Vazifelerini bilirler, din vatan ve milletini severler, bu uğurda her çeşit fedakarlığa katlanmasını bilirler. Temizliğe dikkat ederler, hem bedenleri hem de ruhları, kalpleri tertemiz olur. Hiç kimse hakkında kötü kanaat taşımazlar. Edepli olurlar, kendilerini küçültecek davranışlardan kaçınırlar.

Ahlakın Cemiyet Üzerindeki Tesiri
Ahlaklı toplumlarda birlik ve bütünlük vardır. Haksızlık yapılmaz, herkes vazifesini ve hakkını bilir. Böyle bir toplumun fertleri sorumluluk duygusuna sahiptirler. Aileden başlayarak bütün bir toplumda karşılıklı güven, sevgi ve saygı hâkimdir. Huzur ve manevi bir yüceliş vardır. Böyle bir toplumda halk çalışkandır. Bu durum maddi zenginliği artırır, devlet güçlenir, medeniyet yükselir. Maddî ve manevî bakımdan güçlenen toplum kendisinde düşmanlarına karşı koyacak kuvvet hisseder, millet ve devlet bütünlüğü sağlanır.  

HAC

"Ziyaret etmek, kast etmek" anlamına gelen hac ihrama girip zamanında Arafat'ta vakfe (durmak) ve Kabe'yi ziyaret etmek"tir.

Haccın Farziyeti ve Hükümleri
İslâm'ın şartlarının sonuncusudur. Farz olduğu kitap, sünnet, İslâm alimlerinin icmalarıyla (görüş birliği) sabittir. Kur'an-ı Kerim'de "Hacca gidip gelmeye gücü yetenlere Allah için Kabe'yi ziyaret etmek farzdır" (Ali İmran suresi, ayet: 97), buyurulur. Resulullah (s.a.v.) "Ey insanlar. Allahu Teâlâ size haccı farz kıldı, haccediniz" buyurmuştur.
Hac gücü yetenlere farzdır. Peygamberimizin son yıllarında farz kılınmıştır.
Hac hem mali hem bedeni bir ibadettir. Bir çok dini ve dünyevi faydaları vardır. İslâmın son gayesini temsil eder. Oruçla kötü arzulardan kurtulan, zekatla fedakarlık duyguları gelişen, namazla ruhen yükselen mü'min ancak bu halleri kazandıktan sonra Allah'a layık bir kul olabileceği için hac ile de kendisini Allah'a arz ve takdim eder. İçinde, şeytan taşlaması, Arafat'da toplanması, kurban kesmesi, kendine helal olan şeyleri haram kılmasıyla bir çok hikmetleri vardır.

Haccın Farzları
1- İhram: Helal olan şeyleri kendine haram kılmaktır. Aynı zamanda hacıların giydiği dikişsiz elbiseye, büründükleri iki havluya "ihram" denilir.
2- Arafat'da vakfe: Mekke yakınında bulunan Arafat dağında Zilhicce ayının dokuzuncu (arefe) günü zeval vaktinden Kurban bayramının birinci günü fecrin doğuşuna kadar olan zaman içinde bir süre durmaktır.
3- Kabe'yi tavaf: Arafat'da vakfeden sonra bayramın birinci günü başlayıp ömrünün sonuna kadar bir süre içinde Kabe'yi ziyaret etmektir.

Hac Kimlere Farzdır:
1- Müslüman olmak,
2- Akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olmak,
3- Hür (serbest) olmak,
4- Haccın farz olduğunu bilmek,
5- Haccı yerine getirecek kadar vakit bulmak,
6- Kendisinin yol ihtiyacını karşıladığı gibi hacca gidip gelinceye kadar ailesinin de nafakasını temin etmek.

Haccın edâsının şartları
1- Vücudca sağlıklı olmak; kör, kötürüm, hac yolculuğuna dayanamayacak derecede hasta ve yaşlı olmamak.
2- Hacca gitmesine engel bulunmamak (hapisde olmak gibi).
3- Yol güvenliğinin bulunması.
4- Kadının yanında kocası veya evlenmesi câiz olmayan bir mahreminin bulunması,
5- Kocası ölmüş veya boşanmış bir kadının iddet süresinin bitmiş olması.

Haccın Vacipleri
1- İhrama Mikat'da girmek,
2- İhramlıya yasak olan şeyleri terk etmek
3- Arafat'da güneş batıncaya kadar durmak,
4- Bayram sabahı tan yerinin ağarmasından güneş doğuncaya kadarki süre içinde Müzdelife'de bir miktar durmak,
5- Mina'da şeytan taşlamak,
6- Temettu' ve Kıran Haccı yapanların kurban kesmesi,
7- Dört şavtı farz olan ziyaret tavafını yediye tamamlamak,
8- Ziyaret tavafını Kurban Bayramı günlerinde yapmak,
9- Memleketine dönerken veda tavafı yapmak,
10- Tavaf sırasında abdestli ve avret yerleri kapalı olmak,
11- Tavafda Hacerü'l Esved yönünden başlamak, Kabeyi sola alarak tavaf etmek ve bunu yürüyerek yapmak,
12- Her tavaftan sonra iki rekat namaz kılmak,
13- Tavafı, hatimin dışından yapmak,
14- Safa ile Merve arasında yedi defa sa'y etmek (gidip gelmek),
15- Sa'y'e Safa'dan başlamak, özürü olmayanların Sa'y'ı yürüyerek yapmaları,
16- Mina'da taşlar atıldıktan sonra Mekke'nin Harem'inde, Kurban Bayramının ilk üç gününde saçlarını tıraş etmek.

Haccın Çeşitleri
A- Hüküm Yönüyle Hac Üç Kısımdır:
1- Farz olan hac: Şartlarını taşıyanların ömründe bir defa Hac yapmaları farzdır.
2- Vacip Olan Hac: Adanan veya başlanmışken bozulan nafile bir haccın yerine getirilmesi vacibdir.
3- Nafile Olan Hac: Mükellef olmayanların, farz haccı yerine getirmiş kimselerin yaptıkları haclar nafiledir.
B- Yapılış Yönüyle Hac Üçe Ayrılır:
1- İfrad Haccı, 2- Temettu Haccı, 3- Kıran Haccı.
Haccın Yapılışı
Hac yapmak isteyen, helalinden kazandığı parayla borçlarını öder, kazaya kalmış ibadeti varsa tamamlamaya çalışır. Tevbe, istiğfar ve iki rekat namazdan sonra niyet edip, eş dost ve aile fertleriyle helallaşır.
Mikat yerinde yıkanır, gerekli temizliğini yapar ve ihrama girer. İki rekat namaz kılar, "Ya Rabbi ben haccetmek istiyorum onu bana kolay kıl ve onu benden kabul et" diye dua eder. Sonra telbiyede bulunur, zaman zaman telbiyeye devam eder. Mekke'ye varacağı zaman yıkanır veya abdest alır. Dua yaparak kudum tavafını (varış tavafını) yapar. Sonra Safa ile Merve arasında yedi defa sa'y eder.
Zilhicce ayının sekizinci günü sabah namazını Mekke'de kılıp Mina'ya çıkar. Arefe (zilhiccenin sekizinci günü) günü sabahleyin Arafat'a hareket eder. Güneş batıncaya kadar Arafat'da vakfeyi yerine getirmek için durur. Akşam namazını Müzdelife'de yatsıyla beraber kılar. Geceyi Müzdelife'de geçirir.
Bayramın birinci günü Cemre-i Akabe'ye yedi taş atar. Dilerse kurbanını bu gün kesebilir. Telbiyeye de son verir. Tıraş olur, eşiyle yakınlıktan başka her şey helal olur. Kabe'ye gelerek ziyaret tavafını yapar. Bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri olmak üzere üç gün Mina'da bulunur. Cemre-i ula, Cemre-i vusta, Cemre-i akabe sırasını gözeterek herbirine ayrı ayrı yedişer taş atar. Eğer memleketine dönecekse veda tavafını yapar, iki rekat namaz kılar, zemzem suyundan içer isterse Peygamberimizin kabrini ziyaret için Medine'ye gider.

İhramlıya Yasak Olan Haller
1- Dikişli elbise giymek,
2- Hanımıyla cinsi yakınlık, öpmek, okşamak,
3- Güzel koku sürünmek,
4- Av hayvanlarını avlamak veya avcıya göstermek,
5- Yeşil ağaç ve otları kesmek veya koparmak
6- Tıraş olmak, saçları kısaltmak.

UMRE
Belirli bir zamana bağlı kalmadan usulüne göre ihrama girdikten sonra tavaf etmek, sa'y yapmak ve tıraş olmakdır.
Umre; sünnet olup, belirli bir zamanı yoktur. Arefe ve onu izleyen Kurban Bayramı günleri (senede beş gün) hariç, her zaman umre yapılabilir.
Umrenin yapılışı
Umre için, "Mikat" sınırları dışında gerekli temizliği yaptıktan sonra, umreye niyet edip telbiye (Lebbeyk Allahümme Lebbeyk.." getirerek ihrama girer. Mekke'ye varınca, usûlünce Kâbe'nin etrafında umre tavafını yapar. Tavaf bitince iki rekat "Tavaf Namazı" kılar. Sonra Safâ ile Merve arasında Umre'nin sa'yını yapar. Sa'yı bitirince tıraş olur ve ihramdan çıkar.

KURBAN
Allah rızası için Kurban Bayramı günlerinde, kurban olabilen hayvanları kesmektir.
Sadaka-ı fıtr vacip olan kimselere kurban kesmek de vacibtir. Kurbandan maksat kan akıtmaktır. Sağ olarak fakirlere bağışlanan hayvanlar kurban edilmiş olmazlar.
Kur'an-ı Kerim'de "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (Kevser suresi, ayet: 2) emredilirken, Peygamberimiz (s.a.v.) "hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyen namazgahımıza yaklaşmasın" buyurmuştur.

Kurbanı Kimler Keser
1- Müslüman olmak, Müslüman olmayanlara vacip değildir.
2- Hür olmak; köleler ve cariyeler kurban kesmekle yükümlü değildirler.
3- Yolcu olmamak: İslâm'da yolcu olarak kabul edilenler de kurban kesmeyebilirler.
4- Zengin olmak: Asıl ihtiyaçlarından fazla nisab miktarı mala sahip olması gerekir.
5- Akıllı ve ergenlik çağına girmiş olmak, çocuklar ve akıl hastalarına kurban kesmek vacip değildir.

Kurban Edilen Hayvanlar
1- Koyun ve keçi bir yaşını bitirmiş olmalıdır. Bir yaşındaki hayvan gibi gösterişli olan yedi sekiz aylık kuzu kurban olabilir.
2- Sığır ve manda, iki yaşını bitirmiş olmalıdır.
3- Deve, beş yaşını bitirmiş olmalıdır.
Koyun ve keçi birer kişi için, sığır, manda ve deve de yedi kişiye kadar kurban olabilir.

Kurbanın Kesilişi
Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri kesilir. Kesim işi, bayram namazı kılınan yerlerde bayram namazından sonra, kılınmayan yerlerde ise fecirden sonra başlar.
Gücü yetiyorsa sahibinin kesmesi daha iyidir. Eğer kesemiyorsa, kesen kimsenin yanında bulunması elini kasabın eli üzerine koyarak ikisininde besmele okuması gerekir.
Kurban kesileceği yere nazikçe götürülmeli kesim işinde keskin bıçak kullanılmalı, hayvana eziyet edilmemelidir.
Kesilecek hayvan kıbleye karşı yatırılır. Ayakları bağlanır. Hazırlanmış keskin bıçak "Bismillahi Allahu Ekber" denilerek hayvanın boğazına sürülür.
Hayvanın derisi, canı tamamen çıktıktan sonra yüzülmelidir. Kurban kestikten sonra iki rekat şükür namazı kılınması iyi olur.

Kurban Etinin ve Derisinin Hükmü
Adak kurbanı dışındaki her çeşit kurbandan sahibi faydalanabilir. Kurban etinin efdal olan kullanma şekli üç parçaya bölünmesidir. Bir parçası fakirlere ve yoksullara dağıtılır. Bir bölümü akraba ve hısımlara hediye edilir, son bölümü ise aile fertlerinin ihtiyacı için ayrılır. Ailesi kalabalık olan orta halli kimseler kurban etinin tamamını evinde yiyebilir.
Kurbanın derisi hayır kurumlarına veya fakirlere verilir, yahutta evde kullanılabilir, satıp parasını almak mekruh olduğu gibi kurban kesilmeden önce tüyünden gücünden ve sütünden faydalanmak da mekruhtur. Kesildikten sonra yünleri kırpılıp kullanılabilir.

Kurban Çeşitleri
Yılda bir vacip olarak kestiğimiz kurbandan başka iki çeşit kurban vardır.
1- Adak Kurbanı: "Şu işim şöyle olursa bir kurban keseceğim" diyen bir kimsenin işi, söylediği gibi olursa kurban kesmesi vacib olur. Bu çeşit kurban fakirin hakkıdır. Sahibi, bakmakla yükümlü olduğu yakınları yiyemez. Yiyecek olurlarsa, bedeli olan paranın fakirlere verilmesi gerekir.
2- Nafile Kurban: Adak ve yıllık kesilen kurbanın dışında Allah rızası için kesilen kurbandır. Sahibi ve yakınları yiyebilir.

Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar
Başta domuz olmak üzere yaratılışında iğrençlik ve aşağılık bulunan fare, akrep, kene, kaplumbağa; tırnaklarıyla kapıp avlayan çaylak, kartal, şahin, karga; azı dişleriyle kapıp avlayan aslan, kaplan, pars, kurt vs. gibi hayvanların etleri yenmez. Eti helal olup da pislik yiyen hayvanların etlerinin yenebilmesi için tavukların üç gün, koyunların dört gün, sığırların ve develerin on gün hapsedilmesi gerekir. Suda yaşayan her çeşit balık eti yenilir. Yengeç, istakoz, midye gibi hayvanlar yenmez.

YEMİN VE KEFFARETİ
Yemin; "bir işi yapmak veya yapmamak hususunda iddiaya kuvvet vermek için Allah adına kasem"den ibarettir. Türkçe karşılığı "and"dır.
Yeminin hükmü örfde kullanılan sözlere göredir. Yoksa onu söyleyenin niyetine göre değildir.

Yemin çeşitleri:
1- Yemin-i Lağv: Yanlışlıkla veya doğru olduğu zannıyla yalan yere yapılan yemindir. Bir kimsenin borcunu ödememiş olduğu halde ödediğini sanarak "vallahi borcunu ödedim" diye yemin etmesi böyledir. Bu çeşit yeminlere keffaret gerekmez, affolunacağı umulur.
2- Yemin-i Gamus: Yalan yere bile bile yapılan yemindir. Borcunu ödemediğini bildiği halde "Vallahi borcumu ödedim" diyen kimsenin yeminidir. Bu büyük günahtır. Keffaret yeterli olmaz. Bağışlanması için tevbe istiğfar, kul hakkı geçmişse helalleşmek gerekir.
3- Yemini Münakide: Gelecekte olması mümkün olan bir şeye yapılan yemindir "Vallahi borcumu yarın vereceğim" diyen kimsenin yeminidir. Yemine uyulursa bir şey gerekmez, uyulmazsa keffaret gerekir.

Yeminin Keffareti
1- Müslüman olsun olmasın bir köleyi serbest bırakmak,
2- On fakiri sabahlı akşamlı doyurmak veya on fakiri giydirmek, eğer bunlara gücü yetmiyorsa
3- Peş-peşe üç gün oruç tutmak. 

ZEKAT

"Temizlik, bereket, artmak" anlamları taşıyan zekât; "bir malın belirli bir miktarını, bir yıl (kâmerî =ay hesabı ile) sonra Kur'an'da belirtilen yerlere Allah rızası için tamamen vermek" demektir.
Hicretin ikinci yılında oruçtan evvel farz kılınmıştır. Kur'an-ı Kerim'de değişik isimler altında otuzyedi yerde geçmektedir. "Namazı kılın, zekatı hakkıyla verin, rüku edenlerle beraber rüku edin" (Bakara suresi, ayet: 43) ayetiyle farz kılınmıştır.

Zekâtın verileceği yerler;
"Sadakalar (zekâtlar) Allah'dan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekat toplayan) memurlara, gönülleri İslâm'a ısındırılacak olanlara, (esirlik ve kölelikden kurtulmak isteyen esir ve) kölelere, (borcuna karşılık malı olmayan) borçlulara, Allah yolunda çalışıp Cihad edenlere (harçlıksız kalmış) yolcuya mahsusdur. Allah alîm ve hakîmdir" (Tevbe Suresi âyet 60) ayetiyle bildirilmiştir.
Zekat malı bir ibadettir. Nisab miktarı mala sahip olan zengin müslümanlara farzdır.
Zekat hakkında Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayetler olduğu gibi zekatın önemini belirten Peygamberimizin de muhtelif hadisleri vardır. Allahu Teala; "Ey Habibim! Servet sahiplerinin mallarından zekat al, bu onların mallarını temizler ve vicdanlarını arıtır" (Tevbe suresi, ayet: 103) buyurulmuştur. Bir hadisde ise Peygamberimiz (s.a.v.) "Mallarınızı zekat ile koruyunuz, hastalıklarınızı sadaka ile iyileştiriniz, bela dalgalarını dua ve niyaz ile karşılayınız" buyurmuştur.
Kur'an'da takva sahiplerinin özellikleri arasında zekat vermek de sayılmaktadır. Kişinin cimrilik ve cömertliğinin en belirgin özelliği zekat ve sadakadır.

Zekatın Faydaları
Zekattan toplanacak gelirler, ülkedeki fakir ve düşkün kimselerin ihtiyaçlarını tamamen karşılayabilir. Fakirler zenginleşip bir iş sahibi olurlar. Sonra toplumun ihtiyacı olan sahalara harcamalarda bulunarak toplumun ihtiyacı olan ilmî, fikrî vs. her konuda eksiklikler giderilip dünya çapında başarılar elde edilir.
Zekat, insanı maddeye tapmaktan ve paranın esiri olmaktan kurtarır, ihtiras zincirini kırar, kalbin katılaşmasını önler, insanı müşfik yapar. Zekat, insanı fazla mal biriktirip onun esiri olmakdan kurtararak artan kısmını toplum hizmetine sunma üstünlüğüne eriştirir, ruh ile beden arasında bir denge kurar. Zekat, Allah'a karşı malın bir şükrü olup, malı ve mal sahibini manevi kirlerden temizler, mal sahibini hürriyete kavuşturur, rahat bir hayat geçirmesini sağlar, zenginin şahsiyetini geliştirir, yatırıma teşvik eder, onun cemiyetteki itibarını yükseltir. Zekat, mala bereket kazandırarak çoğalmasını temin eder, malın stok edilmesini önler. Zekat, kalpteki dünya sevgisine karşı etkili bir ilaçtır. Müslümanı mal fitnesinden koruyarak cemiyetteki dengesizlikleri kökünden kazır. Zekat, müslümanı mâlî disipline sokar ve sorumsuz yaşamasını önler. Zekat, insana ekonomik yönden güçlü olmanın önemini tanıtır. Alıcısını ihtiyaç esiri olmaktan kurtarır. Fakirleri çalışmaya teşvik eder. İddia edildiği gibi fakirleri her zaman bedavadan geçindirmek maksadını taşımaz, bilakis her sene zekat alan fakirleri çalışmaya, başkasına el açma zilletinden kurtulmaya teşvik eder. Zekat, fakirlerin, mal ve servet sahiplerine karşı körüklenen kıskançlık duygularını yok eder. Fakirin cemiyetteki itibarını yükseltir, kendisinin felaketli anlarda terk edilmiş kalmayacağını, kolundan tutacak kişilerin bulunacağını bilerek ona yüksek bir kişilik kazandırır, topluma daha da yaklaşır, kendi toplumunu daima sever, mülkiyette bir kuvvet dengesi meydana getirir. Zekat, sosyal güvenlik ve sosyal sigortadır. Toplumun ruhi ve manevi değerlerini takviye eder. Zekat, sınıf kavgalarını yok eder. Toplumdaki fertlerin birbirine karşılıklı sevgi, saygı ile bağlanmasını sağlar. Zekat, yatırıma zemin hazırlayıp, kalkınmanın çok önemli bir unsurudur.
Fertler arasındaki sevgi ve saygı bağlarını kuvvetlendiren zekât toplumun birliğini sağlar. Bunların tabi sonucu olarak kişilerin kalplerinde yakınlık olur ve toplum huzuru gerçekleşir. Zenginle fakir arasındaki kin ve nefret uçurumunu ortadan kaldırarak yerini sevgi ve dostluğa bırakır. Malının zekatını veren kimse başkalarının malına göz dikip haram yoldan mal kazanmaya yönelmez. Zekatın tam verildiği toplumlarda açlık, dilencilik gibi sosyal ızdıraplar azalır, çoğunlukla açlık ve yoksulluğun sebep olduğu hırsızlık olayları en aza indirilmiş olur. Zekatı alan da Allah için aldığından, veren de Allah için verdiğinden toplumda dine ve maneviyata karşı sevgi artar. Zekatın layık olan kişilere verilmesiyle fakir kimselerin iş sahibi olması, ilmin yayılması sağlanmış olur. Borçlular borcundan kurtulur, yolda kalmışların ihtiyaçları giderilir. Toplum içinde paranın tedavülü (kişiler arasında el değiştirmesi) gerçekleşir, yatırımlar ve iş sahalarının açılması sağlanmış ve böylece piyasadaki durgunluk da önlenmiş olur.

Zekat çeşitleri
Öşür (arazilerin zekatıdır), sığır, koyun ve develerin vd. zekatı, ticaret mallarının zekâtı, paraların zekatı, madenlerin zekatı, fıtır sadakası (nefislerin zekatıdır, vacibtir).
Farz olmasının şartları
1- Zekat verecek kimsenin müslüman, akıllı, ergenlik çağına gelmiş ve hür olması lazımdır.
2- Temel ihtiyaç ve borcundan başka nisab miktarı mala sahip olmalıdır.
3- Eldeki mal hükmen ve hakikaten artıcı olmalıdır.
4- Zekatı verilecek mal üzerinden bir kameri yıl (354 gün) geçmelidir.
5- Zekatı verilecek malın kişinin tam mülkiyetinde olması gereklidir.

Sıhhatinin şartı:
Niyet
Zekat verilirken, kalben niyet edilmelidir. Dil ile söylemek şart değildir. Bir mal, fakire niyetsiz olarak verildiği takdirde henüz mal fakirin elinde ise zekata niyet edilmesi caizdir. Fakat elinden çıkmış ise niyet edilmesi yeterli olmaz. Zekâtın niyet edilerek yeniden verilmesi gerekir.
Zekât verilmesi gereken mallar ve miktarı
Nisab, koyun ve keçide kırk, sığır ve mandada otuz, devede ise beştir. Altın için nisab 81 gram, gümüş için ise nisab 561 gramdır. Altın ve gümüş için nisab sabit ise de hayvanlarla ilgili nisab ve verilecek zekat miktarı sayı arttıkça değişir.
Bu ölçülerden az olan mallar için zekat vermek farz değildir. Her çeşit ticaret malları zekata tabidir. Sene başı ve sene sonu itibarı ile gümüş ve altının nisab miktarının değerine eşit olan ticaret malına zekat düşer, sahibi ticaret malının zekatını altın ve gümüş üzerinden istediğinden hesap edip verebilir. Ellerindeki paralar da ticaret mallarına eklenir. Tahvil ve senetler para gibidir. Arazilerin zekatı öşürdür.
Zekat kimlere verilir
Zekatın verileceği yerler Tevbe Suresi'nin 60. ayetinde açık olarak gösterilmektedir.
Bunlar:
1- Fakirler: Dinen zengin olmayanlar yani nisab miktarı mala sahip olmayanlar, böyle kimselerin iş ve güçleri olsa da zekat alabilirler.
2- Düşkünler: Günlük yiyeceği olmayanlar, aşırı fakirler.
3- Amiller: Zekat toplamakla görevli memurlar, zamanımızda böyle bir memuriyet yoktur.
4- Müellefe-i kulub: Kalbi İslâm'a ısındırılacak kimselerdir.
5- Köleler: Kölelikten kurtulacak kimselere zekat verilir, köle satın alıp hürriyetine kavuşturulabilir.
6- Borçlular: Borçlu veya borcu malından fazla kimselere zekat verilebilir.
7- Allah yolunda savaşa katılmak isteyen: Silah temin etmek veya ihtiyaçlarını karşılamak için zekat verilebilir.
8- Yolda kalmışlara: Memleketinde zengin bile olsa parası biten yolculara verilebilir. Zengin olup yolda kalan kimselerin zekat almayıp borç almaları daha iyidir.
Zekât verirken gözetilecek sıra
Önce kardeşlere, kardeş çocuklarına, amcaya, halaya, dayıya, teyzeye, diğer akraba ve komşulara, sonra mahallesinde ve oturduğu memleketdeki fakirlere verilir. Aldığı zekât parasını günah yolunda harcayacak ve israf edecek kimseler yerine, gerçek ihtiyaçları için harcayan fakirlere vermek daha iyidir.
Zekât kimlere verilmez
Ana, baba, nine, dede, oğula, oğlunun çocuklarına, kızına, kızının çocuklarına ve bundan doğan çocuklara, zenginlere, müslüman olmayanlara, karı-koca.
Zekatı geciktirmek: Kendisine zekat farz olup senesi dolduktan sonra vaktinde zekatını ödemeyen bir müslüman, bir emri ihmal ettiği ve fakirlerin hakkını elinde tuttuğu için dini yönden günahkardır. İbn-i Mes'ud (r.a.) buyuruyor ki: "Zekatı terk eden kişi müslüman değildir." Yani böyle kimseler, İslâm hâkimiyetini kabul etmeyen gayr-i müslimler gibidir.
Zekat ve fıtra dışındaki sadakalar
Böyle sadakalara "nafile sadakalar" denir. Nafileye, mendub, müstehab ismi de verilir.
Dinimiz toplumun faydasına olan her şeyi sadaka olarak kabul etmiştir. Cami, köprü, çeşme yaptırmaktan, yoldaki bir taşı, bir dikeni kaldırmak, hoş sözle, güler yüzle insanların gönlünü almak ve akla gelen her türlü iyilik sadakadır. Toplumun çıkarlarına hizmet eden eserler yapmaya "sadaka-ı cariye" denir. Bunlar ayakta durduğu sürece sahiplerinin defterlerine hayır yazılacağını Peygamberimiz (s.a.v.) haber vermiştir.
Kur'an'da sadakanın çoğulu olarak "sadakat" kelimesi geçmektedir ki, bu da zekat ve fıtra dahil bütün sadaka çeşitlerini içine almaktadır.

FITIR SADAKASI (FİTRE)
Sadaka-i fıtır; "Ramazan bayramını geçirmemek üzere verilecek bir sadaka olup vacibdir". Vacib olmasının vakti de bayram günü sabahıdır. O günden evvel ölen veya Ramazan içinde zengin iken o gün fakir düşen kimseye sadaka-i fıtır vacib olmaz. Bayram gecesi güneş doğmazdan evvel doğan çocuğun fıtrasını vermek vacib olur.
Mükellefin kendi nefsiyle, tam velayeti altında bulunan kimselerin fitresini vermesi gerekir. Bayram namazının vaktinden evvel borcundan ve asli ihtiyacından başka, ticaret malı olsun veya olmasın, nisab miktarı mala veya onun kıymetlerine sahib olan bir adama kendisi için, baliğ olmayan malsız çocuklar için, hizmetinde bulunanlar için sadaka-i fıtır vermek vacibdir. Zevcesinin ve akil baliğ olan çocuklarının fıtralarını vermesi vacib değildir. Yanında bulunan büyük çocuğu ile hanımının fıtralarını kendilerine sormadan verirse caiz olur. Anası ve babası için vermesi de vacib değildir, verirse câiz olur. Malı olan küçük çocuğun fıtrası çocuğun kendi malından verilir.
Hür ve nisaba sahip olan her müslümana; bir özrü sebebiyle oruç tutamamış bile olsa, fıtra vacibdir.
Sadaka-i fıtr, bayram sabahından evvel ve sonra her ne zaman verilirse sahîh ve eda olur. Sadaka-i fıtrın kazası yoktur. Ancak müstehab olan vakit, bayram namazına çıkılmadan ve hatta bayramdan bir iki gün evvel verilmesidir. Sadaka-i fıtr, zekat gibi değildir. Akil ve bâliğ olmayan çocuklarla, deli, bunak da sadaka-i fıtr ile mükelleftir. Velileri veya vâsîleri onların malından verir. Farz olan zekat, malın zekatıdır. Sadaka-i fıtır ise baş zekatıdır. Bunun içindir ki, sadaka-i fıtrda nisabın büyüyücü olması, yıllanması ve ticaret malı olması şart değildir. Bayram sabahı nisaba malik olana da vacibdir. Oturacağı evinden fazla evi olan bir kişiye, ev ticaret için olmasa da, fıtra vacib olur. Hatta oturduğu evde ihtiyacından fazla odalar olup da onların kıymeti (200) dirhem gümüş değerinde olsa, yine sadaka-i fıtr vacib olur.
Sadaka-i fıtrın rüknü, onu ehline vermektir. Zekat kimlere verilirse sadaka-i fıtr da onlara verilir. Bir sadaka-i fıtr yalnız bir fakire verilir. Bir fıtra iki fakire ayrılmaz. Sadaka-i fıtr niyetle verilir. Fakire verirken sadaka-i fıtr olduğunu belirtmek lazım değildir.

Sadaka-i fıtrı kimler verir:
Zengin (nisaba malik) olan hür müslüman, zengin olan çocuk, zengin olan deli veya bunak, oruç tutamayan düşkün ihtiyarlar (bunlar oruç için verecekleri fidyeden başka sadaka-i fıtır da vermeleri, üzerlerine vacibdir). Nisaba malik kimse tarafından verilmek üzere malı olmayan küçük çocuk ile hizmetinde bulunanlar.
Hali vakti yerinde olan her müslüman, gerçek fakir olanlara, Ramazan-ı şerîfde fıtrasını vermeli, fakirleri sevindirmelidir. Bu şekilde hem borcunu ödemiş, hem de ahiretde sevap kazanmış, azabdan kurtulmuş olur. Çünkü sadaka-i fıtrı vermek, orucun kabulüne, dünya ve ahiret kurtuluşuna, sekerat-ı mevtden (ölüm sarhoşluğundan) ve kabir azabından kurtulmaya sebep olur.  

ORUÇ NEDİR?

İkinci fecirden başlayarak güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten, karı-koca münasebetinden uzak kalmak" demektir.
Oruç; İslâm'ın beş şartından biridir. "Ey iman edenler sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi, günahlardan korunasınız diye size de farz kılındı" (Bakara suresi, ayet: 183) ayeti orucun farz olduğunun delîlidir.
Oruçla ilgili olarak, Peygamberimiz (s.a.v.) "Ramazan geldiğinde Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır" buyurmaktadır.
Oruç Medine'de hicretin ikinci yılı farz kılınmıştır. Bir çok maddi ve manevi faydaları vardır.
Oruç, diğer ibadetler gibi; müslüman, akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olanlara farzdır. Müslüman olmayanlar, akıl hastaları ve ergenlik çağına gelmemiş çocuklara farz değildir. Yolcu ve hasta olanlara da oruç farzdır. Yolcu ve hastalar tutabildikleri gibi, sonraya bırakıp kaza da edebilirler. Emzikli kadınlar sıhhatlerine veya çocuklarına zarar geleceğinden korkarlarsa, daha sonra tutabilirler. Lohusa ve adet gören kadınlar bu halleri süresince oruç tutamazlar, sonra kaza ederler.

Oruç çeşitleri:
1- Farz oruç: Ramazan orucunun vaktinde tutulması, yine vaktinde tutulamayan bu orucun kazası, özürsüz bozulduğunda keffareti farzdır.
2- Vacib Oruç: Adak orucu, bozulan nafile orucun kazası da vacibtir. "Şu işim şöyle olursa şu kadar oruç tutacağım" demek bir adaktır. İşi, söylediği gibi olduğu zaman orucu tutması vacibtir.
3- Sünnet oruç: Muharrem ayının dokuzuncu, onuncu veya onuncu, onbirinci günleri oruç tutmak sünnettir.
4- Mendub oruç: Zilhicce'nin dokuzuncu günü, ile pazartesi ve perşembe günleri, her ayın onüç, ondört, onbeşinci günleri ve Ramazandan sonra gelen Şevval ayında altı gün oruç tutmak mendubdur. Ramazan dışında bir gün yeyip, bir gün tutulması da mendubdur.
5- Mekruh oruç: Muharremin yalnız dokuzuncu yahut onuncu (nevruz) günü oruç tutmak, cuma ve cumartesi gibi yalnız bir günü tayin edip o günde tutmak mekruhtur. Kocasının izni olmadan, hanımın nafile oruç tutması da mekruhtur.
6- Haram oruç: Ramazan bayramının birinci, Kurban bayramının dört gününde oruç tutmak haramdır.

Orucu bozan şeyler
Uyku halinde bir şey yemek, içmek. Unutarak yiyen birisine hatırlatıldığı halde yemeye devam etmesi. Hata sonucu yemek, içmek (abdest suyunun boğaza kaçması gibi). Kanla karışık tükrüğü yutmak (tükrüğün yarısı veya daha fazlası kan olursa). Göz yaşı ve yüz teri fazla miktarda olup tuzluluğunu hissedilecek kadar yutmak. Dişler arasında kalan yiyecek fazla miktarda ise, dışarıdan alınan susam tanesi veya buğday tanesi kadar olursa bu yutulduğu zaman. İsteyerek getirilen kusmuk ağız dolusu olduğu zaman. Kulağa ve buruna damlatılan ilaç ve yağ orucu bozar.

Orucu bozmayan şeyler
Unutarak yemek, içmek. Uyurken ihtilam olmak. Ağıza gelen balgamı yutmak. İstemeyerek kusmak. Bıyık yağlamak, sürme çekmek. Dişler arasında sahurdan kalan nohut tanesinden küçük bir şeyi yutmak. Boğaza toz ve sinek kaçması. Kan aldırmak. Ağıza alınan ilacın tadının boğaza kadar varması. Denizde veya başka bir suda kulağa su kaçması orucu bozmaz.

Kazayı gerektiren haller
Kaza: Tutulmayan orucun sayısınca daha sonra tutmaya denir. Ramazanda kaza orucu tutulamaz.
Şu haller kazayı gerektirir.
Sade un, çiğ pirinç, içinde yağ ve şeker olmayan hamur yemek. Ham cevizi, kiraz ve zeytin vb. çekirdeğini yutmak. Kağıt, pamuk, toprak gibi yenilmesi alışkanlık haline gelmemiş bir şeyi yemek. Ağıza giren yağmur, kar tanelerini istemeyerek yutmak. Kendi isteğiyle kusmak. Unutarak yedikten sonra bozuldu zannıyla devam etmek. Burun, kulak ve boğaza bir şey akıtmak. Birisinin zorlaması ve baskı ile oruç bozmak. Sahurdan dişler arasında kalan nohut tanesi büyüklüğünde bir şeyi yemek. Güneş battı sanarak orucu bozmak. Sabah olduğu halde şüpheye düşerek sahur yemeği yemek orucun kaza edilmesini gerektirir.

Keffareti gerektiren haller
Keffaret; başlanmış Ramazan orucunu keffareti icab ettirecek bir şekilde bozan kimsenin, Ramazan dışında peşpeşe hiç ara vermeden iki ay oruç tutmasıdır. Keffaret yalnız Ramazan orucunun bozulması neticesinde gereklidir, diğer oruçların bozulmasında gerekmez. Keffaret orucunun hepsinin peşpeşe olması şarttır. Herhangi bir sebeple bir gün bile ara verse baştan başlaması gerekir. Önceki tutulan oruçlar nafile oruç olur, keffâret orucu olmaz. Keffaret orucunu tutamayacak durumda olanlar altmış fakiri sabahlı, akşamlı doyururlar, yahut doyuracak parayı verirler. Aynı Ramazan ayı içerisinde bir kaç defa keffaret tutulması icab edecek oruç bozulursa bir keffaret yeterlidir. Altmış gün keffâretin üzerine, bozulan oruç veya oruçlar ilâve edilir.

Keffareti (altmış bir gün tutmayı) gerektiren haller
Bile bile yiyip içmek. Bilerek cinsi yakınlıkta bulunmak. Alışkanlık haline gelmiş kil, toprak vs. şeyleri yemek. Çiğ et, pastırma vb. yemek. Sigara içmek, enfiye çekmek. Dışarıdan susam veya buğday tanesi gibi şeyleri bilerek yemek. Kan aldırmak, dişlerini fırçalamak ve sürme çekmek gibi orucu bozmayan şeyleri yaptıktan sonra, bunların orucu bozmadığını bildiği halde, orucu bozan şeylerden birini yapmak. Az miktarda tuz yemek.

Oruçluya mekruh olan haller
Bir şeyin tadına veya yemeğin tuzuna bakmak. Gereksiz bir şey çiğnemek. Önce çiğnenmiş beyaz, çiğnendikçe eksilmeyen sakızı çiğnemek. Tükrüğü ağzında biriktirip yutmak. Abdest alırken ağıza, buruna suyu fazla çekmek. Oruçlu kimsenin cünüp olarak sabahlaması. Zayıf düşürecek zor iş yapmak veya fazla kan aldırmak.

Oruç bozmayı mübah kılan haller
Hastalık: Hasta kimse oruç tuttuğunda hastalığının uzayacağı veya artacağından korkarsa oruç tutmayabilir, başlamış olduğu orucu bozabilir. Tutmadığı oruçları sonra "kaza" eder.
Yolculuk: Doksan kilometrelik bir yolculuğa çıkan kimse oruca niyet etmeyebilir. Gücü yeten kimsenin yolculuk halinde oruç tutması daha iyidir.
Mecburiyet: Tehdit altında kalanlar oruç tutmayabilirler veya başlamış oldukları orucu açabilirler.
Gebe veya emzikli olmak: Kendi veya çocuğuna bir zarar geleceğinden korkan bir kadın oruç tutmayabilir. Tutamadığı oruçları güne gün kaza eder.
Açlığa ve susuzluğa dayanamamak: Açlık ve susuzluk sebebiyle aklının bozulmasından korkan kişi oruç tutmayabilir.
Düşmanla savaş: Düşmana karşı kuvvetli olmak için mücahid oruç tutmayabilir.
Düşkünlük ve ihtiyarlık: Yaşlanmış, oruca dayanacak güçleri kalmamış ihtiyarlar oruç tutmayabilirler. Tutamadıkları oruçlar için fidye verirler.
Ziyafete çağrılmak: Ancak nafile oruçlar ziyafet için bozulabilir. Farz ve vacib oruçlar ziyafet sebebiyle bozulamaz.
Orucun fidyesi
Kurtuluşu mümkün görülmeyen bir hastalığa tutulmuş, aşırı derecede zayıf veya yaşlılığı sebebiyle oruç tutamayan kimseler farz ve vacib oruçlarından her bir günü için bir fidye verirler. Bir fidye bir fıtır sadakasıdır. Fidyelerin hepsi bir fakire verilebileceği gibi ayrı ayrı fakirlere de verilebilir. İstenirse fidye yerine oruç tutulamayan gün sayısınca bir fakir sabah, akşam doyurulur. Buna da gücü yetmeyenler Allah'dan afv ve mağfiret diler.
Allahu Teala Kur'an-ı Kerim'de; ".. İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere fidye gerekir. Fidye, bir fakir doyumu miktardır..." (Bakara suresi, ayet: 184) buyurmaktadır.
  

NAMAZIN ÇEŞİTLERİ

Sabah Namazı: Dört rekâttır. İkisi sünnet ikisi farz olmak üzere dört rekattır.
Önce sünnet, sonra farz kılınır.

Öğle Namazı: On rekâttır. Önce dört rekat sünneti kılınır. İlk sünnette ikici rekatta oturunca "Et-tahiyyatü" duası okunup "Allahu ekber" diyerek üçüncü rekata kalkılır. Besmele, fatiha ve bir sureden sonra diğer rekatlarda olduğu gibi rüku ve secde yapılarak dördüncü rekata kalkılır. Üçüncü rekatta olduğu gibi besmele, "fatiha" ve bir "sure"den sonra rüku ve secdeler tamamlanıp oturulur. Et-tahiyyatü, salli-barik ve dualardan sonra selam verilerek ilk sünnet tamamlanır.
Öğle namazının farzının, ilk iki rekatı sabah namazının sünneti gibi kılınır. Oturuşunda "Et-tahıyyâtü" duası okununca üçüncü rekata kalkılır. Üçüncü ve dördüncü rekâtlarda besmele fâtiha sûresi okunur. Rüku ve secdelerden sonra oturulur, dualardan sonra selam verilerek farz tamamlanmış olur.
Son sünnetin kılınışı ise iki rekatlı bir namazın kılınışı gibidir.

İkindi namazı: Sekiz rekâtdır. Önce sünneti kılınır. Sünneti öğlenin ilk sünneti gibi kılınır. Yalnız birinci oturuşunda salli ve barik duaları, üçüncü rekatın başında da "Sübhaneke" ve euzu besmele okunur
Farzı öğle namazının farzı gibidir.

Akşam Namazı: Beş rekâtdır. Önce farz, sonra sünnet kılınır. Farzı, öğle namazının farzı gibi kılınır, üç rekat olduğundan üçüncü rekatın sonunda oturularak dualar ve selam ile tamamlanır. Sünneti iki rekatlı namazın kılınışı gibidir.

Yatsı Namazı: Onüç rekâtdır. Önce ikindinin sünnetine benzer dört rekat ilk sünnet, sonra farzı gibi yine dört rekat farz kılınır. Son sünnetin kılınışı sabah namazının sünnetinin aynıdır. Yatsı namazının bitiminde üç rekat vitir namazı kılınır.

Cuma Namazı: Farz-ı ayındır. Farz oluşu kitap, sünnet, icma ile sabittir. Öğle vaktinde kılınır. Özründen dolayı kılamayanların, öğle namazını kılmaları farzdır.
Cuma Namazının Farz Olmasının Şartları:
Cuma namazı herkese farz değildir. Bir müslümana cuma namazının farz olması için; 1- Erkek olmak (kadınlara farz değildir), 2- Hür ve serbest olmak, 3- Yolcu olmayıp, mukim (oturan, yerleşik) olmak, 4- Körlük, kötürümlük, ağır hastalık ve aşırı yaşlılık gibi namaza gitmeye engel bir hali bulunmaması gerekir.
Cuma namazının sahih olmasının şartları : Cuma namazını bulunulan yerdeki idareci veya onun tayin edeceği bir kişinin kıldırmasıdır. İdareci veya görevlendirdiği bir kimsenin olmadığı yerde, müslüman cemaatin tayini ile içlerinden cuma namazını kıldırabilir.
Belli bir yerde müslümanların toplanıp cuma namazını kılmaları için idareci tarafından genel bir iznin verilmiş olması gerekir.
Cumanın öğle namazı vakti içinde kılınması ve namazdan önce hutbe okunması icab eder.
Cuma kılınan yerin isteyen herkese açık olması şarttır. Bazı şahıslara özel bir şekilde tayin edilen ve kapısı başkalarına kapatılan yerlerde cuma namazını kılmak câiz değildir. İmamdan başka en az üç erkek cemaat bulunması gerekir (İmam Ebû Yusuf'a göre imamdan ayrı iki kişidir).
Kılınışı: Önce Cuma'nın ilk sünneti diye niyet edilerek öğlenin sünneti gibi dört rekat sünnet kılınır. Cami içindeki ezanın nihayetinde hatip hutbesini okur ve iki rekat cumanın farzını kıldırır. Farzın kılınışına niyetlenirken imama uymaya da niyetlenmelidir. Farzın bitiminde cumanın son sünnetine kalkılır ki kılınışı yine öğle namazının sünneti gibidir ve dört rekattır. Zuhr-i âhirin kılınışı da öğle namazının ilk sünnetine benzer, "Vaktine yetişip de üzerimden sakıt olmayan son öğle namazına" şeklinde niyet edilir.
Daha sonra "vakit sünnetine" diye niyet edilerek Sabah namazının sünneti gibi iki rekat namaz kılınır.

CENAZE NAMAZI
Farzı kifayedir. Ölen müslüman için dua ve niyazdan ibarettir. Rüku ve secdesi yoktur. Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra, kıble yönüne konulan cenaze kadın erkek veya kız çocuk-erkek çocuk olduğuna göre niyet edilir. Cemaatla kılınıyorsa imama uyulur. "Allahu ekber" diyerek iftitah tekbiri gibi tekbir alınır, eller bağlanır. Sübhaneke duası "ve celle senaüke" ilavesi ile okunur. Eller kaldırılmadan ikinci tekbir alınarak "Allahümme salli ve barik" duaları okunur. Yine eller kaldırılmadan tekbir alınıp cenaze dualarından ölünün durumuna uygun olanı okunur. Diğer tekbirler gibi alınan dördüncü tekbirden sonra önce sağa sonra sola selam verilerek namaz tamamlanır.

VACİP NAMAZLAR
Bayram Namazları: Bayram namazları iki rekattır. Cemaatle kılınır. Vakti güneş doğup kerahat vaktinin çıkmasıyla başlar, istiva vaktine kadar devam eder. Hangi bayram namazı kılınacaksa ona niyet edilir. İmama uyularak tekbir alınır, eller bağlanır, imam ve cemaat gizlice "sübhâneke" yi okur. İmam namaza başlama tekbiri gibi peşpeşe üç tekbir alır, her defasında eller yana salınır. Üçüncüsünde bağlanır, tekbirlerin alınışında cemaat imama uyar. İmam gizlice euzü besmele çeker, açıktan "fatiha" ve bir "sure" daha okur. Diğer namazlar gibi rüku ve secde yapıldıktan sonra ikince rekata kalkılır. İmam gizlice "besmeleyi", açıktan "fatiha ve bir sureyi" okur. Birinci rekattaki gibi "üç tekbir" alır, dördüncü "tekbirde" elini kaldırmayarak rükuya eğilir. Secdeden sonra oturup, "Tahiyyat, salli, barik ve rabbena" dualarından sonra imamla birlikte selam verilerek namaz tamamlanır.
Bayram namazlarının hutbesi namazdan sonra okunur. Tesbih çekilmeden duası yapılır.

Vitir Namazı: Üç rekattır. Yatsı namazından sonra kılınır. Vaktinde kılınamayan vitir namazının kazası da vaciptir.
Kılınışı: Niyet edilir. Tekbir alınarak daha önce anlatıldığı gibi iki rekat namaz kılınır. Oturulunca "et-tehiyyatü" okunup "Allahu ekber" denilerek üçüncü rekata kalkılır. "Besmele, fatiha ve bir sure"den sonra "Allahu ekber" denilerek namaza başlama tekbiri gibi tekbir alınır. Kunut duaları (Allahümme inna nesteinuke, Allahümme iyyake) okunarak tekbirle rükuya eğilinir. Secdeden sonra oturulur ve dualardan sonra selam verilir.

NAFİLE NAMAZLAR:
Farz ve vacip namazların dışında kılınan namazlardır.

Beş vakit namazların sünnetleri: Beş vakit namaz ve cumanın farzından önce ve sonra kılmış olduğumuz sünnetlere "revatip namazlar" denir. Günde yirmi rekat revatib sünnet kılarız. Yatsının ilk sünnetiyle ikindinin sünneti, gayr-i müekket, diğer vakitlerin sünnetleri ve cumanın ilk ve son sünnetleri müekkettir. Öğle ile yatsının son sünnetlerini dörde, akşamın sünnetini altıya tamamlamak menduptur. Bunlara "evvabîn" namazlar denilir.

Teravih Namazı: Ramazanda yatsı namazından sonra ve vitir namazından evvel yirmi rekat olarak kılınır, sünnet-i müekkettir. Cemaatla kılındığı gibi tek olarak da kılınır. Efdal olanı iki veya dört rekatta bir selam vermektir. Sekiz, on yirmi rekatda da selam verilebilir. Her oturuşta tahiyyattan sonra "salli-barik", kalkıldığı zaman "sübhaneke" duaları okunur. Teravih namazının kazası yoktur.

SEVAP KAZANMAK İÇİN KILINAN DİĞER NAMAZLAR
Kuşluk Namazı: Güneş doğup mekruh vakit çıktıktan sonra başlar, zeval vaktine kadar devam eder (Güneşin doğuşundan elli dakikalık zaman geçinceye kadar mekruh vakittir) En az iki, en fazla oniki rekattır.

Teheccüd Namazı: Gece yarısından sonra kılınır. En az iki, en fazla sekiz rekattır. İki rekatta bir selam verilmesi efdaldir.

Tahiyyetü'l-Mescid: Cami ziyaretlerinde oturmadan önce kılınan iki rekat namazdır.

Yolculuk Namazı: Yola çıkarken ve yolculuktan dönüşte kılınan iki rekatlık namazdır.

Cemaatle Kılınan Namaz: Dinimiz birlik ve beraberliğe büyük önem vermiştir. Müslüman cemiyet içinde bulunur ve ayrı bir hayat sürdüremez. Bunun için cemaatle namaz kılmak, yalnız kılmaktan daha faziletli kabul edilmiştir Peygamberimiz (s.a.v.) cemaatle namaz kılmayı öğütleyerek yirmibeş veya yirmiyedi derece daha sevap olduğunu hadislerinde bildirmiştir. Cuma namazını cemaatle kılmak farz, diğer vakitlerin kılınması ise sünnet-i müekkettir. Özürsüz olarak cemaatin terkedilmesi sünnete uygun değildir.

Hasta Namazı: Ayakta durabilecek gücü olmayan bir kişi namazını oturarak kılabilir. Oturmaya da gücü yetmiyorsa yan üstü veya arka üzeri yatarak ima ile namazını kılabilir. İmaya da gücü yetmeyen bir kimse namazları sonraya bırakır. İyileştiğinde kaza eder. Hasta iken ima ile kılamadığı namazları iyileşince normal şekliyle kılar.

Yolcunun Namazı: Orta yürüyüşle onsekiz saatlik (90 km.lik) bir yere giden kimse yolcu sayılır. Gittiği yerde onbeş gün yahut daha fazla kalmaya niyet eden kimse yolcu olmaktan çıkar. Fakat "bugün yarın döneceğim" derken onbeş günden fazla kalsa yine misafir sayılır.
Yolculukta bazı zorluklar olduğundan dinimiz yolcular için bir takım kolaylıklar getirmiştir. Yolculuk oturduğu yere dönüşte sona erer. Bu süre içinde şartlar elverişli ise sünnetler de kılınır, değilse kılınmayabilir. Dört rekatlı farzlar iki rekat, üç ve iki rekatlı farzlar olduğu gibi eda edilir. Yolcu yolcu olmayana mukim de yolcuya imamlık yapabilir. İmam, yolcu ise iki rekatta selam verir. Yolcu olmayan cemaat namazlarını dört rekata tamamlar.
Eğer cemaat yolcu ise imamla birlikte selam verir.

Kaza Namazı: Namazı vaktinde kılmaya "edâ", vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmaya da "kaza" denir. Üç vakit dışında her zaman kaza kılınabilir. Günün sabah namazı, vaktinde kılınmamış ise, zeval vaktine kadar sünnetiyle beraber kaza edilir. Daha önceki günlerin sabah namazının sünneti kaza olmaz. Kazalarda yalnız farzlar kılınır, sünnetler kılınmaz. Kaza namazlarına niyet ederken meselâ; sabah namazını kaza edecek ise "vaktinde kılamadığım ilk (veya son) sabah namazının farzını kılmaya veya "en son kazaya kalmış olan sabah namazının farzını kılmaya" şeklinde niyet edilir.

Namazın vacibleri:
1- Namaza "Allahu ekber" diyerek başlamak
2- Farz namazların ilk iki rekatında, vitir ve nafile namazların her rekatında "fatiha" suresini okumak,
3- Farz namazların ilk iki rekatında, vitir ve nafile namazların bütün rekatlarında, bir sure veya en küçük sure kadar üç kısa ayet, ya da uzun bir ayet okumak,
4- Fatihayı zamm-ı sûreden önce okumak,
5- Secdede alınla beraber burnu da yere koymak,
6- İki secdeyi peş peşe yapmak,
7- Ta'dil-i erkana uymak, yani her rüknü usulüne uygun yapmak,
8- Üç veya dört rekatlı namazların ikinci rekatından sonra oturmak,
9- İlk ve son oturuşlarda "et-tehıyyâtü"yü okumak,
10- Üç ve dört rekatlı farz namazlar ile vitir namazında ikinci rekâtden sonra "et-tehıyyâtü"den sonra ayağa kalkmak,
11- Cemaatla kılındığı zaman sabah, akşam ve yatsı namazlarının birinci ve ikinci rekatlarında, ayrıca cuma ve bayram namazlarının bütün rekatlarında imamın, fatiha, sure yahut ayetleri açıktan okuması,
12- Öğle ve ikindi namazlarının bütün rekatlarında akşam ve yatsı namazlarının birinci oturuştan sonraki rekatlarında kendi işiteceği kadar hafif bir sesle okumak,
13- Teravih namazında ve Ramazanda teravihten sonra kılınan vitir namazında imamın "fatiha", sure veya ayetleri açıktan okuması,
14- İmama uyan kimsenin, "fatiha sure veya ayetleri" okumaması,
15- Vitir namazında" kunut duası"nı okumak,
16- Bayram namazlarına ait ziyade tekbirleri almak,
17- Namazın sonunda sağa ve sola selam vermek,
18- Gerektiğinde sehiv secdeci yapmak,
19- Namazda secde ayeti okunduğunda secde etmek,
Namazın sünnetleri
1- Namaza başlarken, vitirde "kunut"a başlarken ve Bayram tekbirlerini alırken elleri kulak hizasına kaldırmak, sonra bağlamak,
2- Her namazın ilk rekatında içinden "sübhaneke" okumak ve "euzü besmele" çekmek
3- Yalnız veya cemaatle kılınan namazlarda "Fatiha"dan sonra "amin" demek,
4- Namazda iftitah tekbirinden başka bütün tekbirler,
5- Rükudan doğrulunca "Semiallahü li-men hamideh" ve peşinden "Rabbena leke'l- hamd" demek,
6- Eğilince (rükuda) üç kere: "Sübhane Rabbiye'l-azim" ve her iki secdede üçer kere: "Sübhane Rabbiye'l-a'la" demek.
7- Rükuda parmaklar açık olarak diz kapaklarını tutmak, dizleri, dirsekleri dik ve sırtı baş ile dümdüz tutmak,
8- Secdeye varırken evvela dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere koymak ve secdeden kalkarken önce yüzü, sonra elleri nihayet dizleri kaldırmak. Özürü olmayanlar için secdede yüzü elleri arasına almak,
9- Oturuşta elleri dizlere koymak; "Et-tehıyyatü"yü içinden okumak; son oturuşlarda "Et-tehiyyatü"yü okuduktan sonra "Allahümme salli" ve "Allahümme barik" duâları ile diğer duâları okumak,
10- Selam verirken önce sağa, sonra sola başı çevirerek "Es-selamü aleyküm ve rahmetullah" demek,
Namazda; ayakta (kıyam) iken secde yerine, eğilişte (rükû) ayaklara, otururken (tahiyyât) kucağa ve selamda omuz başlarına bakmak sevabdır.

Namazda mekruh olan haller
Namaz kılarken yapılması mekruh olan, yani yapılması hoş görülmeyen şeylerin başlıcaları şunlardır:
1- Farz namaz kılarken özürsüz olarak bir yere dayanmak,
2- Namazda sağa sola meyletmek
3- Güzel kokulu bir şeyi koklamak
4- Kıyamda sağ eli sol el üzerine, ellerini rükuda iken dizi üzerine, otururken de uylukları üzerine koymamak
5- Secdeye giderken dizleri yere koymadan elleri koymak, secdeden kalkarken de dizleri ellerden evvel kaldırmak,
6- Özürsüz olarak bağdaş kurup veya dizleri dikip oturmak,
7- Rüku ve secdeleri acele yapmak,
8- Esnemek, gerinmek ve el ile ağızı kapatmak,
9- Gözleri kapamak, sağa, sola ve yukarıya bakmak,
10- Parmakları çıtlatmak,
11- Rükuda başı yukarı kaldırmak veya aşağı eğmek,
12- Cemaatle namaz kılarken, imamdan önce rükuya ve secdeye gitmek, imamdan önce rükudan veya secdeden başı kaldırmak,
13- Yanmakta olan sobaya, ocağa, ateş dolu mangala karşı namaz kılmak,
14- Bir insanın yüzüne karşı namaz kılmak,
15- Sıkıştığı halde namaz kılmak,
16- Erkeklerin başı açık namaz kılması,
17- Üzerinde canlı resim bulunan elbise ile namaz kılmak veya üzerinde canlı resim bulunan bir şeye karşı secde etmek,
18- Kaşınmak, terleri silmek, elbise ile oynamak,
19- "Fatiha"dan sonra okunan surelerin arasında bir sure bırakmak,
20- İkinci rekatta ilk rekatta okunan sure veya ayetin üstündeki sure veya ayeti okumak,
21- Camide ön safta açık yer varken arka tarafta namaza durmak,
22- Ezberinde başka bir sure olduğu halde, iki rekatta da aynı sureyi okumak,
23- Kıraatın bir kısmını rükuda tamamlamak,
24- Secdede el ve ayak parmaklarını kıbleden başka tarafa çevirmek, veya yerinden kaldırıp başka tarafa koymak.

Namazı bozan şeyler:
1- Namazda konuşmak
2- Namazda bir şey yemek veya içmek (ağız içinde kalan ve nohut büyüklüğünde olan bir şey yutulursa namaz bozulur).
3- Namaz kılan kimsenin kendisinin işiteceği kadar gülmesi
4- Göğüsü kıbleden başka tarafa çevirmek,
5- Namazda iken başkasına selam vermek veya verilen selamı almak
6- Namaz kılarken bir iş yapmaya çalışmak,
7- Bir şeyi üflemek,
8- Teyemmüm etmiş bir kimsenin namazda iken suyu görmesi,
9- Sabah namazını kılarken güneşin doğması
10- Anlamı bozacak şekilde ayeti yanlış okumak,
11- Erkek ile kadının namazda yan yana durması,
12- İmama uyan bir kimsenin, bir rüknu imamdan önce yapması,
13- Namazda örtünmesi gereken yerlerin açılması,
14- Bayılmak,
15- Kendi isteğiyle veya başka bir tesirle namazda abdestin bozulması

SEHİV SECDESİ
Sehiv secdesi; "yanılma ve unutma secdesi" demektir. Vacibin unutularak terkedilmesinde ve farzın tehirinde lazım gelir. Vacibin unutularak terki, yerini değiştirerek önce veya sonraya bırakarak, noksan veya fazla yapmakla olur. Farzın geciktirilmesi de sehiv secdesini icab ettirir. Bu hallerden birisi olduğunda namaza devam edilir. Son oturuşta "et-tehıyyatü" okunur, cemaatla kılınıyorsa, imam yalnız sağ tarafına selam verir. İki defa secde yaptıktan sonra oturulur, "et-tehıyyatü, salli, barik, rabbena" duaları okunup iki tarafa selam verilerek namaz bitirilir. Yalnız başına kılan kimse sehiv secdesini yapmadan önce iki tarafına da selam verir. Namazda birkaç defa yanılma olursa, hepsi için yalnız bir sehiv secdesi yapılır. Kılınan namaz farz olsun, vacib veya sünnet olsun, sehiv secdesi gerektiğinde bu secdenin yapılması icab eder. Selam verdikten sonra yanıldığını anlayan kimse, yönünü kıbleden çevirmemiş ve konuşmamışsa, hemen sehiv secdesini yapar. Yönünü kıbleden çevirmiş ve konuşmuşsa, sehiv secdesi yapmaz. Sehiv secdesi yapamayan kimsenin de namazı tamdır.

TİLAVET SECDESİ (OKUMA SECDESİ)
Namazda secde ayetlerinden biri okunduğu veya ehil bir okuyandan işitildiği vakit hem okuyana, hem de işitene secde etmek vacibdir. Secde edenin hadesten ve pislikten uzak olması lazımdır.
Rüknü: Secde ayetini okuyan veya işiten kimsenin bir defa secde etmesi yani alnını yere koymasıdır.
Kur'an-ı Kerim'in ondört sûresinde secde ayeti vardır. Onlardan birini okuyan veya işitene secde etmek vacibdir. Bu secde âyetleri üç kısımdır.
1- Açıktan açığa secde ile emreden âyetler,
2- Kafirlerin Cenab-ı Hakk'a secde etmekten yüz çevirmelerini ifade eden ayetler,
3- Peygamberlerin secde ile vuku' bulan emre uyduklarını gösteren ayetler.
Secde âyetini okuyan veya işiten bir kimse ayağa kalkar. Tilavet secdesi niyeti ile "Allahu Ekber" diyerek secdeye gidip secdede üç defa "Sübhâne Rabbiye'l-a'la" dedikten sonra "Allahu ekber" diyerek doğrulur. Bunda tekbir ve tesbih sünnettir. Tilavet secdesi, sehiv secdesi gibi iki olmayıp birdir. Teşehhüd ve selam da yoktur. Oturan bir kişi ayağa kalkarak ondan sonra secde etmek müstehabdır. Üzerinde birkaç secde toplanmış olan kimse her secde için ayağa kalkar. Kalkar iken; "Gufrâneke Rabbenâ ve ileyke'l-masîr" denilmesi müstehabdır.